Adı : Beş Parasızdım ve Kadın Çok Güzeldi
Yazar : Derviş Şentekin
Çeviren : -
Sayfa : 276
Yayınevi : Kırmızı Kedi Yayınları
Baskı : İstanbul, 2011, 1. Basım
Fiyat : 15,00 TL
* Ben evden çıkarken gökyüzü oldukça huzursuzdu. Bulutlar, güneş altında kalmış kirli beyaz koyunlar gibi birbirine sokuluyordu. Boğaziçi Köprüsü'nü geçerken de, huzursuzluğunu yüz milyonlarca minik soğuk beyaz noktaya bölerek tepemizden aşağı dökmeye başlamıştı gökyüzü.
Kar taneleri, birbirleriyle insanların henüz bilmediği çeşitli oyunları oynayarak sokağa düşmeye başlamıştı.
sf. 10
* ''Yalan olanı isterim elbette'' dedim. ''Tahmin etmek biraz zor gibi geliyor bana. Üstelik yalanlar bazen gerçeklerden daha çok şey anlatır.''
sf. 26
* Kar, bir insanın kalabalıkların arasında kaybolmasına yardım etmek için yağıyor olabilirdi.
Beyaz tanelerin arasına bir karartı olarak ben de daldım...
sf. 31
* Gencecik çocukları birbirlerine öldürtüp duruyorlar. Devlet dediğin, insanları yaşatmak değil öldürmek için vardı bu ülkede...
sf. 33
* Oysa şu vahşi hayat, evliliğimiz sonrasındaki iki-üç yıl içinde bizi önce bir köşeye kıstırmış, pençeleri arasına almış, sonra da salyalar akıttığı dişlerinin arasında paramparça etmişti.
Ben ona, evden benimle, dediğime pişman olmuştum; o, bana, seni seviyorum dediğine.
sf. 37
* İstanbul baharlarına özgü rüzgarların, o uzak ağaçlardan koparıp pencerelerin tüllerini savurarak evlere doldurduğu kokuya benzer bir koku yayıldı. Kokuyu yavaşça içime çektim ve nefesimi bir süre tuttum.
sf. 42
* Hayattaki her, sorunun küçümseyerek çözüleceğini öğreneli çok olmuştu. İnsanlara da farklı davranılmamalıydı: onlarla başa çıkmanın biricik yolu da onları küçümsemekti.
sf. 43
* İnsanlar, özellikle de kadınlar, değil birinin yardımına ihtiyaç duyduklarında, birinden bir şey rica ettiklerinde bile sıkışıp kaldıkları için neredeyse cansız denilebilecek derecede güçsüz, korkmuş, utangaç, kafası karışmış ve bunların doğal sonucu olarak da kendilerini kırılgan hissederler. ''Bana yalnızca siz yardım edebilirsiniz'' de bunların tüm vardı.
sf. 43
* Herkes satrancı problem çözmek sanır. Oysa öyle değildir. Çözdüğün her problem çok daha zor bir problemle baş başa bırakır seni.
sf. 60
* Heyhat burası Türkiye... Kimse yeteneğinin olduğu işi değil, para kazanmak zorunda kaldığı işi yapıyor ne yazık ki.
sf. 68
* İninden çıkmayan yaşlı bir hayvana dönmüştüm: Avlanmayan, kaçıp kovalamayan, bütün yeteneklerini kaybetmiş bir hayvandım. Yaşlı bir ayı ya da kurttan çok bir hamamböceğiydim. Karanlık bir bodrum katına girmiş eski eşyaların altına gizlenmiş, kıpırdamaya mecali kalmamış bir hamamböceğiydim.
sf. 78
* Sıradan bir hayat düşlemiştim... çürüdüm.
sf. 105
* Hayata daha sıkı sarılmak, kök salmak için insanın acılara, -hatta bazen büyük ve dayanılması zor acılara- katlanması, o hayatı gerçekten, içini doldurarak, anlamdırarak yaşaması birinci şarttı. Bu acıları yaşarken de kendine acımaması gerekiyordu. Bu öylesine ince ve görünmez bir çizgiydi ki bazen bu çizgiyi geçip gittiğimiz oluyordu. Ve sanırım ben kendime çok fazla acımıştım. Şu küçücük kar tanelerinin bile mutlu ettiği ben, bütün hayatı ıskalamak üzereydim.
sf. 111
* Ben hayatı bir satranç tahtası olarak görürüm. Çünkü hayatın satranca benzediğini ve her ikisinde de kayıpların kazançlardan daha çok şey öğrettiğini çok ama çok iyi bilirim...
sf. 132
* Sistem kokuşmuş, çürümüş. Doğru söylüyorum, diyor başını hafif hafif sallayarak. Çok doğru söylüyorsun. Pir Sultan'ın Hızır Paşa'ya söylediği gibi aslında; bozuk düzende sağlam çark olunmaz. Bizimki de o hesap. önünde sonunda birer Hızır Paşa'yız bizler de.
sf. 179
* Her kadının içinde ikinci bir kadın olduğunu öğretmişti bana Nilgün. İçteki, zaman zaman çok uzaklardan gelip yüzeye çıkıyor ve göründüğü hızla da kayboluyordu; hangisi Nilgün hangisi içinde ki bir türlü anlayamıyordum. Biri uçarıysa öteki kendinden emin ve kararlı, biri neşeliyken öteki tatlı-sertti.
sf. 205
* Bir zamanlar, senin adını söylerken dudaklarımda bal gibi bir tat kalıyor,diyen kadına sor bakalım şimdiki adamın adında da aynı tat var mı? Hadi ne duruyorsun, nasıl, adımın dudaklarındaki yokluğu, diye sorsana...
sf. 207
* İki ay boyunca beni mest eden beyaz tanecikler de yoktu artık... (Neden bu kadar kar düşkünü biri olup çıkmıştım ben? Kirli olan her şeyin üzerini bembeyaz kapladığı için mi?)
sf. 242
* Namlunun ucundan, filmlerdeki gibi bir ateş çıktımı bilmiyorum; çünkü uzaklardaki geçit vermez dağların ardından yükselmekte olan güneşin doğaya bin bir can katan o pırıl pırıl ışıkları, hain gecenin karanlık hükmünün bittiği şu saatlerdeki alacakaranlıkla içi içe geçmişti.
sf. 274
* Ayağını, sol yanağıma sertçe bastırdı, yüzümün sağ tarafı toprağa biraz daha gömüldü.
''Şah-mat, muhallebi çocuğu'' dedi.
Üç el silah sesi daha duydum.
Kafama sıkmış olmalıydı.
Hiç bir şey hissetmedim.
Sıcaktı... Çok sıcak...
sf. 276
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder