Adı : Kovulmuşların Evi
Yazar : Ali Ayçil
Çeviren : -
Sayfa : 109
Yayınevi : Timaş Yayınları
Baskı : 4. Baskı
Yazar : Ali Ayçil
Çeviren : -
Sayfa : 109
Yayınevi : Timaş Yayınları
Baskı : 4. Baskı
Fiyat : 9,00 TL
* İnsanın en dürüst anları, kendisine kendisinden başka kimsenin kalmadığı anlardır. Böyle anlarda vicdanın azabıyla da konuşabilir insan, azap çeken vicdanıyla da...
sf. 8
* Biliyorum ki insan, ölünceye kadar kendi cevapsız sorusunun çengelinde asılır, ölünceye kadar kendine mağlup olur.
sf. 13
* Bazen, daha sabahleyin kalkar kalkmaz buruşmuş buluyorum dünyayı. Öylesine suya koyulmuş ve konulduğu bardağın içinde unutulmuş bir çiçek sapı gibi, rengi atmış yapraklarımın arasında bükülüp duruyorum; ruhumu bir türlü çıkaramıyorum kapandığı evden.
sf. 14
* Bazen gidecek hiçbir yerim olmuyor benim, bir korkuluk gibi dikilip duruyorum insanların ortasında.
sf. 15
* Yoksunluk zamanlarının ruh halini bilirsiniz; insan kendini günlerin akışına bırakır, dünya yavaş yavaş emrini yürütür ve siz narkoz almış bir hasta gibi, başınızdan geçenleri bir başkasının başından geçiyormuş beyhudeliği ile seyredersiniz.
sf. 26
* Dünyanın renklerinden soğumaya başladığımızda, konacağı yeri kestiremeyen karasız bir yaprak hafifliğiyle savrulur dururuz kaldırımlarda. Oysa hayat işini bilen bir tüccardır; kendisine karşı duyduğumuz hevessizliğin bir kopmayla sonuçlanmaması için hemencecik başka bir rafının önüne çeker bizi.
sf. 35
* Biliyor musunuz, dünyada en rahat işgal edilen hayat, körü körüne geçmişine bağlı insanların hayatlarıdır. Onlar eski bir zamanın sırtlarında uykuya çekilirken, dünyanın akan ırmağı altlarındaki toprağı söküp götürüverir. Ve zaman onları hiç sevmeyecekleri yeni, bambaşka bir hayatın kucağında uyandırır.
sf. 43
* Uzun, sıcak günlerin beyhudeliğiyle iki mevsim arasındaki belirsiz köprüden geçip güze vardığımızda, anlarız ki yaz yalnızca bir ihanetmiş: Tabiatın bu büyük solgunluğuna, bu büyük can çekilmesine, koca bir kış ölüsünün uzatılacağı bu musallaya bizi hazır etmek için, uzunca bir süre kalbimizi oynaş tutan bir sadakatsizin tekiymiş yaz...
sf. 53
* O sakin yüzde hiç belli etmeden ekin tarlaları yeşerir, harmanlar kaldırılır, koca bir bağ bozulur; ama o yüz ne hevesini ne de kuruntusunu ele verirdi. Yekpare bir zaman aynasına benzerdi onun yüzü. Annemin yüzünün tam karşısında, iki ablamın ve sürekli evimize girip çıkan komşu kızlarının yüzleri dururdu. Bu acemi kızları nasıl da çabuk avlardı mevsimler. Üzerinde gölge oyunu oynayan bir perde gibiydi onların yüzleri: Açılır ve kapanırlardı; yumuşar ve sertleşirlerdi; kaybolur, sonra yeniden bulunurlardı...
sf. 71
* Tabirlerden çıkmayan bu kadınlar bize, gelecek perdemizi akılla yırtamayacağımızı; insanın kendi geleceği karşısında nasıl da yalnız ve çaresiz kaldığını; bütün yaşayacaklarımızın bir yerlerde kayıt altına alındığını işaret ederler. Bir de, rüya gibi bir hayatı olmayanların pek çoğunun, rüyalarından başka bir hayatlarının olmadığını...
sf. 76
* Alelade müziklerin, ölüm sahnelerinin, çıplak görüntülerin, hırçınlığın ve telaşın boca edildiği küçük kelepir evlerde, bu her şeyi bilen insan yavrularının aklı karanlık bir ormana dönüyor oysa. Bir gün onları kendi bedenleriyle hayatın içerisine bıraktığımızda, izledikleri filmlerin korkularına benzer bir korku, oynadıkları elektronik oyunların heyecanına benzer bir heyecan bulamadıkları için, bu tekdüze dünyadan öç almayı deneyecekler. Ya fazlasıyla içlerine kapanarak yapacaklar bunu, ya fazlasıyla saldırganlaşarak. Adını çocukluk koyduğumuz o büyük uygarlık, büyüklerin sorumsuz zevkleri tarafından işgal edildikçe, soyumuz daha bir vandallaşacak...
sf.81
* Yıllar boyunca sıcaklığına tutunduğumuz eşya, bizi kendi ismimizle, kendi bedenimizin sıcaklığıyla baş başa bırakıyor nihayet. Anlıyoruz ki, helak olmak için ille de gökten büyük bir cezanın inmesine gerek yokmuş. Hiç belli etmeden, küçük küçük de gelebilirmiş helak. Anlıyoruz ki, bizim helakimiz, kendimizden başkası değilmiş...
sf. 82
* "Biz, babamızla oğlumuz arasında, yalın bir aracıyız aslında. Hatırlananla, hatırlayacak olan arasında bir boşluk. O boşluğu yalnızca kadınlar doldururlar, biz kendi hayatımız zannederiz..."
sf. 84
* Acemi bir hayal kurucu olarak takılıp kaldığım yerde, bir ateşböceği gibi yalnızca kendisi için yanıp sönmek elbette gücüme gidiyordu...
sf. 89
* Şu kocaman dünyanın, aslında insanın kendi küçük çevresinden çok daha fazlasını barındıramadığına, barındıramayacağına inanıp, hayatı hep uzak bir yerde arama gafletinden kurtulabilirdim. "İnsan daha başlangıçtan itibaren, kendinde durmayı bilmeli" diye geçirdim içimden. "Çünkü kendinde durmayanın bir adresi yoktur. Ve eğer insan kendisini bir adres olarak gösteremiyorsa, ona postalanacak bütün mektuplar, bir kere bile açılmadan geri dönerler."
sf. 93
* Tarih, yani çulluklar gibi kanadını yıllara çırpıp duran o sahtekar yosma, hiç boşuna uğraşmasın cesaretle mazgallara tüneyen korkaklık arasındaki farkı anlatmaya. Uğraşmasın, çünkü ben, cesurun kanından sızan katili de, korkağın göğsünde saklanıp duran zanlıyı da, ilk insanın oğullarından beri tanıyorum. Herkes, kendi faniliğine bahaneler aradı bunca zaman; bazen katil koydular o faninin adını, bazen fatih, bazen hekim, bazen rençper ve aşık...
sf. 105
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder