23 Nisan 2012 Pazartesi

AZ / Hakan Günday / Doğan Kitap








Adı               : Az
Yazar           : Hakan Günday
Çeviren      : -
Sayfa           : 360
Yayınevi     : Doğan Kitap
Baskı           : 1. Baskı
Fiyat           : 19,00 TL


* '' Yatırcalı piç gebermiş!''
   Uyanmıştı. Ama uykusu her nereye gittiyse, peşinden gitmek için canını verirdi.
sf. 17

* Keşke ''Velini çağır!'' diyebileceği bir okulda çalışıyor olsaydı. Ama bu okuldaki öğrencilerin velileri genelde ellerinde AK-47'lerle gelir ve ''Sana iyi bakıyor muyuz, hoca hanım?'' diyerek, istedikleri anda kötü de bakabileceklerini belirtirlerdi.
sf. 18

* Derdâ'nın Babası yoktu. Gitmişti. İstanbul'a. On iki yıl önce. Annesini hamile bıraktıktan dört gün sonra. Bir daha da dönmemişti. Ama en azından insaflı davranmış ve karısını yalnız değil, hamile bırakmıştı. Allahın, imanın ve iki şahidin huzurunda evlenmişler, dolayısıyla herkes gidince geriye bir de Allah kalmıştı. Onun da kadına yararı, ancak hayatının sonunda olacaktı. Çünkü tek duası şuydu: ''Allah canımı alsa da kurtulsam!''
sf. 23

* Köyün bütün kızları gibi, Fehime de bir çift gözden ibaretti. Doğunca açılan, ölünce kapanan bir çift göz. Ne ağzı bir işe yarayacaktı, ne de ses telleri.
sf. 39

* Doğru söylüyordu. En azından doğru söylediğini düşünüyordu. Çünkü dünyanın en çabuk geçen, geçer geçmez de en hızlı yakalanılan hastalığına sahipti: Umut.
   Birlikte ağladılar ve işe yaradı. Derdâ ikinci kaseyi duvara fırlatmadı ve çorbasını içti. .ekmek bile yedi. Mübarek haklıydı. Kız alışmıştı. Dünya üzerinde, öleceğini bildiği halde hayatta kalan bütün insanlar gibi...
sf. 41

* Bir kaç adım sonra ağzını kapadı, çünkü o güne kadar dünya üzerinde yaşamış ve yaşamakta olan her insandan ne kadar nefret ettiğini hatırladı. Çevresi onlarla doluydu. Kuşatılmıştı. İnsanlarla. Yanından geçip giden insanlarla. Önlerine çıktığı için hızlı adımlarla etrafından geçtikleri siyahlar içindeki kızı görmeyen ve acelesi olan insanlarla. Nasıl anlamıyorlar, diye düşündü Derdâ. Yanlarından geçiyorum. Buradayım, aralarında. Ama hiç birinin umurunda değilim. Görmüyorlar bile beni. Hepsi de kör olmuş. Ya da bu çarşaf, görünmezlik kumaşından...
sf. 55

*  Rahime'nin yüzünde daima bir gülümseme olurdu. Yüzü, gülümsediği bir anda tutkallanmış gibiydi. Gülümseyerek hareket eder, gülümseyerek yemek yer, gülümseyerek namaz kılardı.
sf. 66

* Filmin bundan sonrasında Yatırca doğumlu Derdâ'yla Londra doğumlu Stanley konuşmadılar ve sadece bağırdılar. Biri korkutmak için, diğeri korktuğu için. Doğu'yla Batı arasında ne oluyorsa, Derdâ'yla Stanley'in arasında da o oldu: Tehdit ve teklif. Ceza ve ödül. Umursamazlık ve şiddet. Sadizm ve mazoşizm.
sf. 99

* Derdâ, eroinin deneme sürüşü dönemini yaşıyor ve önündeki kitaplardan okuduğu bütün dilbilgisi kurallarını aklında tutabiliyordu. Ancak eroinin deneme sürüşü biraz farklıydı. Bütün markalarda arabayı deneyip sonra da satın almadan kenara çekip inebilmek mümkündü. Ama eroin marka bir arabanın deneme sürüşü, ancak bir kazayla sonlanabiliyor ve içindeki hala hayattaysa bir de o hurdayı satın alması gerekiyordu. Yani hayatta kalmanın bedelini ödemesi.
sf. 125

* İnsanüstü demek, insanın üstündeki demekti. Yani hava. Dolayısıyla refakatçilerin de en az hava kadar, kollarına girdikleri bağımlıları yargılamamaları ve o hava kadar yanlarında olmaları şarttı.
sf. 162

* Tabii hiç biri orada olmazdı (Rehabilitasyon Merkezinde) eğer 1874 yılında C.R.Alder Wright adlı kimyager, ağrı kesici bir ilacın peşinde koşarken morfine karıştırdığı çeşitli asitlerle eroini icat etmeseydi.
sf. 171

* Ve herkes görünene aldanmaya hazırdı. Çünkü görünene aldanmak, hayatı dayanılır kılmanın şartıydı...
sf. 173

* Ağlamaktan gülmeye geçiş hızında rekortmen bir coğrafyanın tohumu olarak, nefretten acımaya da bir saniyenin altında yolculuk etmişti.
sf. 195

* O günden sonra Derda, Hücre hücre öldü ve gün gün yaşlandı. Çünkü derdi, korkuyu beklemekti. Ve korkuyu beklemek, korkudan beterdi. Bir zamanlar birinin yazdığı gibi...
sf. 222

* Abdullah'ın gizli bir geveze olduğunu anladı. Bütün gizli gevezeler gibi yanında sadece bir kişi varken konuşanlardandı. Kalabalık bir kahvehane masasının etrafında derin derin susarken, herkes kalktıktan sonra geriye kalan son adamın iki kulağını delecek kadar konuşurdu.
sf. 235

* Herkesin öyle bir hikayesi yok muydu? Başlayıp da bitiremediği. Çünkü kimsenin dinlemediği... İçine atmak, diye bir şey varken, anlatmaya ne gerek vardı? İçine atıp şifonu çekmek varken. Alkolle dolu bir sifonu...
sf. 285

* Görmekten bıktığı bir yüzü görebilecek kadar sarhoş olmaya gelmişti.
sf. 285

* Eğer nereye gittiğini bilmeden yürümek ilerlemekse...
sf. 285

* Anne'in aklında sadece ölmek varmış. İntihar etmek. Herhangi bir nedeni olduğundan değil. Bütün hayatı bir neden olduğundan. Yaşadığı her şey yüzünden. Bazı insanlar böyledir. Diğerlerine göre çok daha kırılgan olurlar. Ölümü sırtlarında bir çanta gibi taşıyıp yorulduklarında önce onu açarlar.
sf. 346

* O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum... Az...
   Sen de fark ettin mi? Az, dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arsında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi...
   Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorum demek, seni kendimden çok biliyorum, demektir. Bilmesem de, öğrenmek için her şeyi yaparım, demektir. Belki de az, her şey demektir. Ve belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir...
sf.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder