11 Eylül 2013 Çarşamba

Binbaşı Ersever'in İtirafları / Soner Yalçın / Doğan Kitap




Adı               : Binbaşı Ersever'in İtirafları
Yazar           : Soner Yalçın
Çeviren        : -
Sayfa           : 228
Yayınevi     : Doğan Kitap
Baskı           : 30. Baskı
Fiyat           : 17,00 TL


* Jandarma Genel Komutanlığı'nda 70'li yıllarda iki grup ortaya çıkmıştı. Sosyal-demokratların oluşturduğu ve başında Korgeneral İsmail Selen'in bulunduğu grup ile MHP'lilerin bir araya gelip liderliğini Korgeneral Hulusi Sayın'ın yaptığı ekip. İki grup sürekli çatışma halindeydi.
Sf. 29


* "Kontragerillacı subayların" 70'li yıllardaki "karargahları" ise Ankara'daki Jandarma Okul Komutanlığı'ydı.
Sf. 29


* "Grup komutanının alt kadrosunda bir veya iki subay ile birkaç astsubay görev yapar. JİTEM Komutanlığı'na bağlı; gerilla gibi giyinen, altlarında özel arabaları bulunan JİTEM Komutanları dışında kimseden emir almayan, kendi başlarına buyruk çoğunlukla dağda gezen, mağaralarda kalan timler vardır. Kaç tim olduğunu bilmiyorum."
Sf. 31


* JİTEM timlerinin gizli ödenekleri vardır. Bu timlerde görev yapan subaylar çok iyi para kazanırlar. Bol primi, ikramiyesi vardır. Özellikle iyi istihbarat alındığında primleri artar.
Sf. 32


* Astsubay, Güneydoğu'da görev yapan bazı subayların uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yaptıklarını iddia ediyordu!
Sf. 32


* Yüksekova'da bir köyde, 'eroin imalathanesi var' diye duyum alınıyor. Köye baskın düzenleniyor. Köylülerle yapılan pazarlık sonucu Yüksekova Merkez Jandarma Karakol komutanı astsubay milyonlarca lira rüşvet alıyor. Sıfır hattında, yani sınırda bulunan bölük.komutanlarının, alay komutanlarının, il jandarma alay komutanlarının yüzde 80'i bu işin içindedir.
Sf. 33


* ''JİTEM timleri, muhbirler, PKK itirafçıları aracılığıyla tespit ettikleri sığınaklardan ele geçirdikleri silah ve mermileri kaçakçılar vasıtasıyla PKK'ya, Kuzey Irak'taki peşmergelere satıyorlar!"
Sf. 34


* Cem Ersever Silopi'de MHP'li olduğunu her fırsatta dile getirmesiyle ünleniyor. O yıllarda Kartal Tibet'in başrolünde oynadığı Tarkan filmleri çok popüler. Tarkan'ın Kurt'undan etkilenen Ersever yanında köpekle geziyor. Köpeğin ası ise Ecevit!
Sf. 39


* Ülkücü Hüsamettin Aliveli'nin ifadesinde, Ersever'in Muhsin Yazıcıoğlu tarafından, ünlü kaçakçı Nejat Söyler,e ait TIR'da yakalanan tabancalar ve kaçak mallar için görevlendirilerek İstanbul'a gönderildiği bildiriyor.
Sf. 41


* Ersever 1988 yılında Şırnak bölgesinde görev yaptığı dönemde, İdil ilçesinden Mehmet Bayar adlı bir.kişiyi gözaltına alıyor. Daha sonra Bayar'ın koynuna bomba koyup, ellerini arkadan bağladıktan sonra kaçmasını söylüyor. Mehmet Bayar kaçarken bomba patlıyor ve ölüyor. Bayar bu olaydan sonra TRT ekranlarında terörist olarak gösteriliyor! Ceset İdil Taburu'nun bahçesine gömülüyor.
Sf. 42


* Ersever Silopi'ye geldiğinde hac konaklama tesislerinde kalır.
Sf. 42


* ''DEP Şırnak Milletvekili Orhan Doğan, Binbaşı Ersever'in samimi arkadaşıdır. Diyarbakır'da yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi."
Sf. 43


* PKK'nın tek yanlı ateşkes kararından sonra başta İçişleri Bakanı İsmet Sezgin olmak üzere bazı siyasilerin PKK lideri Abdullah Öcalan'a `Bay Öcalan' diye hitap etmeye başladığına dikkat çeken Ersever bu yaklaşımın PKK'ya karşı verilen mücadeleyi zarara uğrattığını söyledi.
Sf. 45


* ...Celal Talabani. Çok açık seçik söylüyorum, bu adan bir siyasi fahişedir.
Sf. 53


* Mevcut köy kanununa bir madde eklenip ''köy koruculuğu" denilen ucube teşkilat ortaya çıkarıldı.
Sf. 60


* Geçici köy korucularına verilen tüfeklere, fişeklere ''GKK'' damgası basılsın. Eğer bu GKK damgalı mermiler, tüfekler PKK'da çıkarsa, GKK, PKK'ya yardım ediyor demektir. Biz daha bu GKK damgasını basamamışız. Bunlar köylerinde birbirine sırtlarını dönemeyen adamlar. Bunların, PKK gibi kurnaz, siyasi ve askeri bir organizasyona karşı mücadele etmesi isteniyor. ''Korucular arasında samimi olarak PKK'yla dövüşen yoktur'' demiyorum, vardır. Ama kırk küsur bin köy korucusu arasında, bunun sayısı bini geçmez. Geri kalanı hiçbir işe yaramaz.
Sf. 60


* Devlet daha kendi sevk ettiği askerinin adını bilmiyor. ''Öldürülen erlerden bazılarının kimliği tespit edilmemiştir'' diye açıklama yapılıyor.
Sf. 62


* Ben Türk milletinden peygamber çıkmadığına seviniyorum. Çünkü Tanrı, peygamberlerini, nizamından çıkmış, yolundan çıkmış, kokuşmuş insan topluluklarına göndermiştir ve tüm peygamberler Arap'tır.
Sf. 63


* Savaş siyasetin başka araçlarla devamıdır.
Sf. 64


* Bugüne kadar söylediklerini yalanlamasaydı, Apo zaten ayakta duramazdı. O kadar kadroyu da öldürtmezdi. Çünkü ''Böyle demedim, kadro yanlış yaptı´´ demiştir.hep. Ve kadrolarının ''hata yaptı'' diye kafasını koparmıştır. Kafasını koparmazsa hesabın kendinden sorulacağını bilir.
Sf. 64


* Dünyanın hiçbir yerinde, silahlı mücadelenin olduğu bir bölgeye, ekonomik, siyasi hiçbir yatırım yapılmaz. Bir çivi bile çakılmaz. Çakılırsa, taviz verilmiş olunur. ''Güneydoğu'ya yatırım yapılmasın, kalkındırılmasın'' demiyorum ben. Söylemek istediğim yapılacak her yatırımın, halkta ''Bunlar PKK'nın sayesinde yapılıyor'' izlenimi vermesi. TC böyle bir yanlışı yapmıştır...
Sf. 68


* Kuzey Irak harekatı, PKK'yı Sinaksd, Zivi, Haftanin, Kutalınan, Şivi, Hakurk gibi kamplardan, o yeraltındaki pis barınaklardan, sığınaklardan çıkarmış, Erbil'in, Süleymaniye'nin kaloriferli veya sobalı dairelerine taşımıştır. Başka bir işe yaramamıştır Kuzey Irak harekatı...
Sf. 73


* Abdullah Öcalan, Bekaa'da yüzlerce Kürt gencini ''MİT ajanı'' diye kurşuna dizdirmiştir. Serxwebun'da, Berxwebun'da bunların resimlerini yayınlamıştır.
Sf. 86


* Celal Talabani kalktı bana, geçen yıl oturuyoruz Süleymaniye'de karargahında, kütüphanesinde konuşuyoruz. Ben dedim ki ''Kürtler Turani'dir.'' ''Evet" dedi, "Kürtler Turani'dir." Ben buna inanıyorum. "Peki bu konuda neden kitap yazmıyorsunuz?" dedim. "Vallahi, ben çok yazdım" dedi. Kalktı kütüphanesinden üç dört kitabı çeki, "O zaman Marksizm-Leninizm modaydı, hep onların üzerine yazdım şimdi pişmanım" deyip lafı kapattı.
Sf. 100


* ...askeri operasyonları Amerika icra eder. İstihbarat çalışmalarını İngiltere yürütür. Kültürel.faaliyetleri Fransa yürütür. Bu dolapların çevrilmesi için ortalığın karışması gerekir. Bunu tezgahlayan da Almanya'dır.
Sf. 105


* Hilal ANAP Belediye Başkanı Yakup Kara ve dört arkadaşını otomobilden indirerek kurşuna dizenler Babatlardır. İkinci bölge, korucu Babatlardan sorulur.Bu bölgedeki tüm faili meçhul olayların tetikçisi korucu Babatlardır. Babat aşiretinin reisi Hazım Babat aynı zamanda korucu başıdır. Devlete yaranmak için çekinmeden adam öldürür.
sf. 137


* Eski MHP'lilerin bölgeye gelmesinin tek nedeni adam öldürmektir.
Sf. 140


* Şimdi bizde PKK'lılardan ele geçirilen silahların hepsi envantere geçirilmez. Bir kısmı alıkonur.
  Bunlara biz 'pis silah' deriz. Bu beş kişinin kurşuna dizilmesi gibi olaylar gerçekleştirilirse öldürülenlerin yanlarına bu pis silahlar bırakılır. Savcılık araştırma yapmaz, yapsa da bu silahlarla korucuların, güvenlik güçlerinin, öldürüldüğünü tespit eder! Silah zaten PKK'lılardan yakalanmıştır. Sanıyorum İstanbul'daki infazlarda da aynı oyun tezgahlanıyor.
sf. 144


* ... itirafçılardan önemli adamlar 1986 yılından beri Olağanüstü Hal Bölge Valiliği lojmanlarında oturuyorlar. Bunların hepsini devlet besliyor. Açın sorun Ünal Erkan'a bu itirafçıların resmi sıfatları var mı? Neden lojmanda oturuyorlar?
sf. 161


* Bu adamlar devleti de soyuyorlar; Pişmanlık Yasası'ndan yararlanıyorlar. Yasaya göre bir itirafçı diyor ki: 'Ben bakkallık yapacağım.' Kiraladığı dükkanın kontratını ve aldığı malların faturasını getiriyor, devlet bu giderlerin parasını hemen ödüyor . Üstelik bununla da kalmıyor. Bu adamlara her ay istihbarat ödeneğinden 2-3 milyon lira harçlık veriyor. Bu itirafçılar çok acımasız insanlardır. Bizden daha milliyetçi kesilmişlerdir. Bir numaralı PKK düşmanıdırlar.
Sf. 162


* Neden kontragerilla cesetleri hep jandarma bölgesine bırakıyor? Nedeni belli: Jandarma cinayetleri çözebilecek teknolojiye sahip değil! Kriminal, balistik hiçbir laboratuvarı yok. Bu konularsa yetişmiş tek bir elemanı bulunmuyor.
Sf. 199

5 Eylül 2013 Perşembe

Ruhi Mücerret / Murat Menteş / April Yayıncılık





Adı               : Ruhi Mücerret
Yazar           : Murat Menteş
Çeviren        : -
Sayfa           : 318
Yayınevi     : April Yayıncılık
Baskı           : 3. Baskı
Fiyat           : 19,00 TL





* ''Hayat nasıl gidiyor?''
   ''Yaşayan birine sor.''
sf. 15

* Düğününe gittiğim herkesin cenazesine de gittim.
sf. 29

* Cepheye gittim. Nefer olarak. Rütbem, zeka gerektirmiyordu. Diğer tüm askeri rütbeler gibi.
sf. 31

* Zülfikar Ağabey'in başucunda imam Kuran okuyor. Ölüm döşeğinde okunabilecek kaç kitap var ki?
sf. 34

* Bendeniz, son tahlilde, hayvanseverlikte karar kılmış bir insan sarrafıyım.
sf. 40

* ''Zevk sahibi olmak, nelerin hoşumuza gittiğiyle alakalı değildir. .Zevklerimizi araştırarak edinir, tarzımızı düşünerek oluştururuz.''
sf. 43

* İhtiyarlık huysuzluğun anavatanı.
sf. 45

* Sakın yaşlanmaya kalkmayın. Hiçbir eğlencesi yok. Evinizin, siz içindeyken yanmasından farksız.
sf. 46

* Aşk, gençlerin oynadığı fakat ihtiyarların bildiği bir oyundur.
sf. 47

* ''Alay mı ediyorsun? Bu yaşta ben de sağlığı düşünürsem, ölümü kim düşünecek? Mezar taşıma '2005'te öldüm. Bu durumda kaç yıldır sigara içmiyorum?' yazdıracağım''
sf. 51

* Biri benden 70, diğeri 90 yaş küçük oyun arkadaşlarımla kapıda buluştum. Bir taksiye bindik. Civan taksinin ön koltuğunda, Ozan'la ben arkadayız. Kalın mercekli gözlüklerimin gerisinden taksimetreye bakıyorum. doğum izlemek gibi heyecan verici. Küçük, kırmızı elektronik göstergedeki sayı büyüdükçe, kanımdaki adrenalin miktarı da artıyor. sıcak basıyor. Çoraplarım eriyor.
sf. 58

* İstanbul bir yandan senin rüyalarını çalar, öbür yandan sana hayaller hediye eder.
sf. 59

* ''Elinde gül buketiyle genelevin bahçesinde dikilen köylü gibiyim.''
sf. 69

* ''Bütün oyunun temel kuralı nedir?'' diye soruyorum
   ''Bilmem?''
   ''Oyuna kendini kaptırmamak.''
sf. 70

* ''İnsan Allah'ın yeryüzündeki halifesi, yani kalfasıdır. Allah'ın kalfası değilsen, şeytanın çırağı olursun''
sf. 80

* İyi silah, doğru hedefi on ikiden vurmayı garantilemiyor.
sf. 90

* Birinin duygularına haddinden fazla değer verirsen, onu anlaman imkansızlaşır.
sf. 95

* Öylesine gerilmiştim ki, kıçıma kömür soksalar, bir hafta sonra elmas çıkardı.
sf. 101

* Unutma ki, tövbekarın saygınlığını, geçmiş günahlarının büyülüğü belirler.
sf. 114

* Cahiller ve ahmaklar gürültüden rahatsız olmaz.
sf. 127

* Takım ruhu kisvesinde, sürü psikolojisini sürüklüyordum.
sf. 166

* İnsanlar, boşlukları, saçmalıklarla doldurur.
sf. 182

* ''Mezar taşlarındaki ölüm tarihleri, ölülerin bizi kaç yıldır beklediğini gösterir.''
sf. 206

* Budalalar, seni çoktan terk ettiğin hatalarınla suçlar. Zekiler ise tutarsızlıkla.
sf. 213

* ''Hatırlanan, yaşananlarla örtüşmez; anlatılanlar da hatırlananlarla.''
sf. 235

* Aptallar öfkelenince, kendilerini belli etme fırsatı buldukları için sevinirler.
sf. 250

* Aşk, paradoksal olarak romantik bir eşitsizlikle ilerliyordu. İki kişinin birbirini aynı yoğunlukta sevmesi imkansız. Dolayısıyla aşkta acılar ve sevinçler hakkaniyetli paylaşılmaz. Aşk adil değildi. Demokratiklik ve özgürlükçülüğün kıyısından bile geçmiyordu. Dahası istikrar ve kalıcılıktan da nasipsizdi. Sana en şiddetli tokadı patlatacak olan eli okşamaktan ibaretti!
sf. 273 

* Iskalanan aşklar, yaşananlardan daima daha çoktur.
sf. 294

* Kıskançlık, nedenini arayan bir ıstıraptır.
sf. 300

* ''Gelenlik giymiş birine sakın güvenme. Özellikle de kadınsa!''
sf. 302

kitap ve yazar hakkında incelemeler ve yazılar;


Uyur İdik Uyardılar / Alevilik- Bektaşilik Araştırmaları / Irene Melikoff / Demos Yayınları




Adı               : Uyur İdik Uyardılar / Alevilik- Bektaşilik Araştırmaları
Yazar           : Irene Melikoff
Çeviren        : Turan Aptekin
Sayfa           : 272
Yayınevi     : Demos Yayınları
Baskı           : 3. Baskı
Fiyat           : 14,00 TL



* Türklerde Kerbelâ'nın asıl kahramanı Hüseyn değil, Ebû Müslim olmaktadır.
sf. 17

* Hacı Bektaş ve kardeşi Mintaş, Baba İlyas'ın müritlerinden idiler. Mintaş, Babailerin bozgununu izleyen kıyımda öldürüldü; eylem dışında kalan  Bektaş, bir münzevi yaşamı süreceği Soluca Kara Öyük'e bugünkü Hacıbektaş'a sığındı. Aşıkpaşazade'ye göre; tarikat kurmadı ve müritleri olmadı.
sf. 21

* Bektaşi semah'ın, dönüşlerine özendiği turna'ya verilen ehemmiyet; güneşin doğuşunda, yüzünü doğuya doğru çevirerek Ali'ye niyazda bulunma gibi onunla kişileştirilmiş bir güneş inanışının (culte) anımsanışı -Ali eski Türklerin Gök-Tengri inançlarının mirasçısıdır- ve benzeri öğeler de katılabilecektir. 
sf. 24 


* Bektaşîliğin temel ve ayırıcı niteliği, onun bir senkretizm, bir inançlar karışımı olmasıdır.
sf. 24

* Baba İlyas-ı Horasanî Menâkıbnâmesi'nde Osman Gazi'nin kayınbabası Ede Bali'yi de, Soluca Kara Öyük'e çekilen Hacı Bektaş'ın yakın çevresi içinde anmaktadır. İlk Osmanlı sultanları ile, ilk Bektaşîler arasındaki iyi ilişkiler, Yeniçerilerin henüz kurulmuş bulunan ocakları, kendilerini Hacı Bektaş'ın manevi koruyuculuğu altına girmiş buldukları an sağlamlaşır.
sf. 25

*  ....''Alevî'' deyimi üzerine bir açıklama yerinde olur. Bu, yanlış bir deyimdir, kullanmamız, yaygınlığı dolayısıyladır. Fuat Köprülü de 'Köy Bektaşîleri' deyimini kullandığına göre bunu biliyordu.
     ......Küçültücü olduğu ölçüde cemaat dışılık (heterodoxie) ifade eden Rafizi, Zındık, Mülhid adları ile anıldılar.Ya da daha çok tarihi, Safavi taraftarlığının adı olan Kızılbaş sözcüğü ile ifade edildiler. Ve bu, onların kendilerinin de kullandıkları adları oldu. Başlıca Deliorman yöresinde, resmi olarak bilinen, yüz bin dolayında Kızılbaş'ın bulunduğu Bulgaristan'da, hep bu deyim kullanılagelmiştir. Türkiye'de, günümüzde, Ali'ye bağlılıkları dolayısıyla, onlara ''Alevi'' denilmektedir. (......) bu deyimin, Türkiye'de ortaya çıkışı yakın zamanlardadır. XIX. yüzyıldan önce yaygınlaşmış değildir. Suriye'de geleneksel ''Nusayri'' sözcüğünün yerini Alavi (Alaouite) deyiminin alışıyla bir karşılaştırma yapılabilir.
sf. 26

* Gizlenmek zorunda kalan Bektaşiler, aynı ideali -hürriyetçilik, örfe boyun eğmeme, dini otoriteye karşı olma (liberelisme, non-conformise, anti-clericalisme)-, paylaştıları, Far-masonların yanında kendilerine bir destek buldular.(........) Jön-Türkler'in çoğu, aynı zamanda Far-mason (Frenc-Maçon) veBektaşi idiler.
sf. 26-27

* Alevilik, Bektaşilik'ten ayrılamaz. Çünkü her iki deyim de aynı olguya, Türk halk İslamlığı olgusuna bağlıdır.
sf. 29

* (......) Aleviler, yabanlar olarak kalırlarken, Bektaşiler, kent merkezleri yörelerinde toplanarak, müritleri okumuş çevrelerden gelen bir tarikat oluşturmuşlardır.
sf. 29

* Bektaşilik, bir halk dini, daha doğrusuı göçebe halkların dinidir.
sf. 30

* Bektaşiliğin tarihi çok eskidir. İlk Türk halklara kadar uzanır. Kökleri, Orta Asya'da, İslam öncesi çağlardadır ve günümüze kadar sürüp gelmiş bulunmaktadır. Türk halkının derin doğasına kök salmıştır ve Türk halkı var oldukça var olacaktır.
sf. 30

* Yüzyıllar boyunca Türkler, yeryüzü dinlerinin birçoğunu tanıdılar. Mani'cilik, Budha'cılık, Nesturilik, Ortodoks veya Katolik Hıristiyanlık, hatta Musevilik. Günümüzde de, Orta Asya'da Budha'cılığa bağlı Türkler vardır: Sarı Uygurlar. Moldavialı Gagauzlar, hatta Karamanlılar, Ortodoks'durlar. Karait'ler de, Musevi'dirler. Fakat başlangıçta Türkler, Şamancı idiler. Bugün de, Sibirya'da ve Orta Asya'da, Şamancı Türkler vardır.
sf. 31

* Selçuklular döneminde Anadolu'da, İslamlaşmış Türkmenlerin din ulularına Baba ve Dede de denilmekte idi.
sf. 31

* XIX. yüzyılda, 1826'dan sonra, II. Mahmud, Bektaşi tekke'lerini kapattığı zaman, Bektaşiler gizlenmek zorunda kaldılar ve evrimci (terakkici) intelligentzia'nın doğuşunu hazırladılar. Nitekim Jön Türkler'in ve Yeni Osmanlılar'ın çoğu Bektaşidir. Bunlar arasında, Namık Kemal'in güçlü kişiliği anılabilir.
sf. 33

* Şimdi, ''Alevi'' sözcüğüne dönelim. Bilimsel açıdan, bu sözcük yanlıştır. Alevilerin tarihteki adı Kızılbaş'tır. XV. ve XVI. yüzyıllarda, Kızılbaşlar, ilk Safaviler olan, Şeyh Cüneyd, Haydar ve Şah İsmail taraftarı Türkmen boylarıydılar. Kırmızı serpuş giyiyorlar, bunun için de onlara Kızılbaş deniliyordu.
   Fakat Kızılbaş sözü, yüzyılar içinde, küçültücü bir anlama kaymış ve Celali İsyanları ad ile tanınan dini-sosyal başkaldırma hareketleri dolayısıyla da, 'dinsiz asi' anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Kızılbaş deyiminin, yerini Alevi'ye bırakmış olması bundandır.
sf. 34

* Arnavutluk'ta Bektaşilik, XIX. yüzyılda, Sultan II. Abdülhamid'in hiddetine yol açan, bir Bektaşi Arnavut yönetiminin ortaya çıkışına hız vermeye yetecek kadar yaygınlık kazanmıştır.
sf. 34

* Vilayetname'ye göre Hacı Bektaş, bir Ahmed Yesevi müridiydi.
sf. 35

* Ahmed Yesevi XII. yüzyılda, yani Hacı Bektaş'tan bir yüzyıl önce, Orta Asya'da Kazakistan'da bulunan Yesi'de, bugünkü adı ile Türkistan'da yaşamıştı ve ilk Türk tasavvuf tarikatını orada kurmuş bulunuyordu. Ahmed Yesevi ilk Türk sufisi oldu.
sf. 36

* Çok zengin Bektaşi-Alevi edebiyatı içinde yedi büyük şair anılır: Nesimi, Hatayi, Fuzuli, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Yemini ve Virani.
sf. 39

* Şah İsmail kendini Ali sanmaktadır; Ali de, Allah'ın tecellesidir.
sf. 41

* Şimdi Bektaşiliği tanımlamaya çalışalım.
   Birinci husus: Bektaşilik bir Türklük olgusudur. Şüphesiz, Balkanlar'da Bektaşiler bulunduğu gibi, oldukça büyük sayıda Kürt Alevi de vardır; böyle olmakla birlikte, Bektaşiliğin kökeni Türk'tür. Merasimler sırasında kullanılan dil Türkçedir ve nefes'ler Türk dilinde okunur.
(.......)
   İkinci husus: (....) Tanrı'ya inanmak için, ne camiye gitmeyte gerek vardır, ne beş vakit namaz kılmaya, ne de Ramazan'da oruç tutmaya.
sf. 41

* Bektaşilik, Balkan ülkelerinde, bazı Hıristiyan  öğeleri bünyesinde almış ve özümsemiştir.
sf. 43

*Derin anlamlı bir olayı işaret edeceğim: Aleviler (belki de günah duygusu ile) kullanmaktan çekiniyor göründükleri Allah ismi yerine, Tanrı, ya da Tengri adını kullanırlar.
sf. 44

* Her Alevi'nin bir Musahip'i olması gerekir. Musahipsiz hiçbir merasime katılınamaz. Musahip, sülük sırasında, evlenmede, ölüm anında, yaşamın bütün mühim anlarında hazır bulunmak zorundadır.
sf. 48

* Muhasipler, bütün yaşam boyunca, karşılıklı yardımlaşmakla yükümlüdürler.
sf. 49

* Alevi-Bektaşilerde, kadının çok saygıdeğer bir yeri vardır,erkeklerin, yanı başında, bütün merasimlere katılır, bir arkadaş ve bir bacı gibi görülür. Kadının, eski Türklerin aşiret cemiyeti içindeki yeri de budur.
sf. 49-50

* ''Kızılbaşlık'' olgusu köken bakımından bir Türkmen olgusu olduğu halde, birçok durumda ''Kürt''le anlamdaşlaşan ''Kızılbaş'' deyiminin yüklendiği horlayıcı anlam olsa gerektir. Günümüzde ''Alevi'' deyiminin, giderek ''Kızılbaş'' deyimi ile aynı küçümseyici anlama çekilmesi ve gittikçe, ''Kürt'' sözcüğü ile karışmaya başlaması oldukça şaşırtıcı görünmektedir. Günümüz Türkiye'sinde, eskiden ''Kızılbaş''a  yüklenmişken bugün ''Alevi'' deyimine yönelen bir anlam aktarılışı (translation du sens) olgusuna tanık olmaktayız.
sf. 52

* Eflaki, Menakıbu'l-Arifin'inde, Hacı Bektaş'ın, Mevlana Celaleddin Rumi ile iyi ilişkiler içinde bulunduğunu, beş vakit namaz kılma ve Peygamberin sünnetine harfi harfine uyma gereğini yerine getirmese de, iyi bir Müslüman olduğunu bize söylüyor.
sf. 55

* Yeniçerilere ''Hacı Bektaş evladı'' deniyordu ve ocak'ta sürekli olarak Bektaşiler tarikatının bir temsilcisi, bir Vekil bulunuyordu.
sf. 55

* Şeytan, ne Anadolu Alevilerinde, ne Ali'llahi ya da Ehl-i Hak topluluklarında kötü ruhu temsil eder. O, Adem'in önünde eğilmek istememişse, bu Allah'ı çok sevmesinden ve Allah'tan başkasının önünde secde etme düşüncesini kabul etmeyişindendir. Şeytan, Tanrı'ya aşırı sevgisinden dolayı günah işlemiştir.
sf. 64

* Anadolu Alevilerinde oruç kuralları çok serttir: Su içilmez, susuzluğu hafifletmek için bir parça ayran ya da çay tadılır, bıçak kullanılmaz; bu da bıçak kullanmayı gerektirecek hiçbir şeyin, yani katı yiyeceklerin yenmediğini gösterir; yıkanılmaz ve traş olunmaz, çünkü su kullanma yasaktır, sert toprakta yatılır, siyah giyilir ve gülünmez. On iki yas gününden sonra, ''12'' çeşit yiyecek içeren geleneksel yemek, aşure yapılır, kurbanlar kesilir ve etleri pişirilir.
sf. 78

* ...kültürü İranlılaşmış kentli Türk ile henüz İslamlaşmamış veya yeterince İslamlaşmamış göçer ya da yarı-göçer Türk arasındaki uyuşmama dolayısıyla, birincisine ''Müslüman'' ikincisine ''Türk'' denmiştir. Nitekim Mevlana Celaleddin Rumi, Müslüman olmayan bir dinleyenine çağrı amacı ile hitap ederken,
    ''Tat olsan da, Rum olsan da, Türk olsan da, dili olmayanların (yani süluke girmiş olanların) dilini öğren'' diyecektir.
sf. 98

* Kürtlerin çoğu, Şafii mezhepten, gerçek Sünnilerdir. Alevilere takılan ''Kürt'' lakabı, ancak sosyal bir değer taşır, belli bir yaşam biçimini gösterir, resmi Sünniliğe uymayan, aşiret adetleri hala canlı bulunan ve kendi içlerine kapanmış olarak yaşayan cemaatleri ifade eder.
sf. 99

* .... Bektaşiler, yeni alınan ülkelerde, Osmanlı propagandasının aracı oldular. Tarikatın, Balkanlar'da ve Arnavutluk'ta gelişmesinin sebebi de budur.
sf. 102

* Kızılbaşlar, kırsal bir çevrede halk temelli özü korurlarken, Bektaşiler, kentlere yığılarak, kurumlaşmış bir tarikat oldular. Bu sosyal farklılık, giderek biri okumuş ve öbürü hemen hemen ümmi kalacak olan iki zümrenin ayrılışına yol açtı. ''Her Kızılbaş, Bektaşi'dir; fakat her Bektaşi, Kızılbaş değildir.''
sf. 109

* Alevilerde ve Bektaşilikteki şamancı kalıntılara, ilk olarak Fuat Köprülü  işaret etti.
sf. 119

* Her velinin kuş biçimi vardır: Hacı Bektaş'ın güvercin, Hacı Doğrul'un şahin, Ahmet Yesevi'nin turna oluşu gibi.
   Alevilerin semahının kökeni, aynen Çin'de olduğu gibi turnaların gökteki dönüşleridir.
sf. 120

* Kızılbaşların yayılma bölgesi, Romanya'da Babadağ'dan başlayarak bütün Karadeniz kıyısınca uzanır. Kuzeydoğuda Silistre'yi, Dobruç'u (bugünkü Tolbuhin); Kurat (Balçık) ve Razgrad, Ruse (Rusçuk), Targovişte (Cuma), Sliven (İslimiye), Yambol, Otman Baba Tekkesi'nin bulunduğu Haskova (Hasköy), Kırcali ile Rodop dağlarına ve Balkanlar'ın en büyük Kızılbaş merkezi olan ünlü Kızıl Deli Tekkesi'nin bulunduğu Yunanistan'da Didymotikon'a kadar, Deliorman Bölgesini içine alır.
sf. 130

* Ahmed Yesevi'ye, ''Türkistan'ın doksan dokuz bin pirinin piri'' denmiştir. Hacı Bektaş, Horasan Erenleri'nin pir'idir.
sf. 150

* Ahmed Yesevi, XII. yüzyılda, -Türk dili ülkelerinde pek çok örneği verilmiş bulunan ve XIII. yüzyılda Yunus Emre ile en yüksek noktaya ulaşmış ola- İslam dini temelli bir halk şiiri tarzının yayıcısı oldu. Halk tasavvufunun bu öncüsü, dili Türkçe ülkelerde büyük bir hızla yayılan ilk Türk tarikatının, Tarikat-i Yesevviye'nin de kurucusu idi.
sf. 155

* İslam dinini resmi olarak kabul eden ilk Türkler, Maveraünnehir'de Samani'lere halef olan Karahanlılar, Harezmşahlar ve X. yüzyıldan beri Müslümanlığa girmiş bulunan Volga Bulgarları olmuştur. Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han, İslamlığı resmi din olarak kabul etti.
sf. 158

* Uzun zaman Nesimi'nin, Bağdat yakınında, adını aldığı bir köyden, bir Irak Türk'ü olduğu sanıldı. Fakat şimdi, Azerbaycanlı bilginlerin araştırmaları sonucu onun, Şirvan'ın başkenti Şemahi yakınında, aynı adda bir köyde 1370 yılında doğmuş olduğunu biliyoruz. O da Fazlullah gibi çok okumuştu. Türkçe, Arapça ve Farsça konuşuyor ve yazıyordu.
sf. 174-175

* XV. yüzyılda Hurufilik, sultanın sarayına kadar sızmıştı. Fatih Sultan Mehmet, gençliğinde bir Hurufi müridin kendisine açıkladığı öğretiden çok etkilenmişse de ulemanın tepkisi öyle şiddetli olmuştur ki, genç şehzade, himayesindeki adamın 1444'te Edirne'de diri diri yakılmasını engelleyememiştir.
sf. 180

* Aleviler ve Bektaşiler tarafından bıyığa verilen ehemmiyet Hurufilerden gelir: Tanrısallığın ''Ali'' adının, insan yüzünde belirebilmesi için, bıyığın varlığından vazgeçilemez. Kaşların yayı ''ayn''ı, burun çizgisi ''lam''ı ve bıyık eğimi ''ya''yı çizer ve böylece insan yüzünde, hem sağdan, hem soldan ''Ali'' adı okunabilir.
sf. 182

* Kalenderilik, kendini haşhaş ve sema'a vermiş, gezgin, dilenci dervişler tarikatı idi.
sf. 186

* Veli'nin makamına, Osmanlıların gösterdikleri ilgi de bilinmektedir. Vilayetname'ye göre türbe, büyük atası Gazi Osman ile yakınlıklarından dolayı Hacı Bektaş'ın ansına içten bağlı olan I. Murat tarafından Yanko Madyan adlı bir mimara yaptırılmıştı. İlk Osmanlılar, bu türbeye gösterdikleri ilgiyi hiç kesmediler. II. Murat, türbe alem'inin yaldızı için bin altı yüz külçe altın döktürdü; II. Beyazid dergahı ziyaret etti; ve Vilayetname'ye göre kubbesini kurşunla kaplattı. Bu bağışlar, II. Beyazid'den sonra durdu.
sf. 194

* 1826'da Yeniçerilerin Ocağı'nın kaldırılışından sonra, onlarla sıkı ilişkileri dolayısıyla Bektaşiler Tarikatı kapatıldı ve malları satıldı.
sf. 211

* 1826'dan sonra  Bektaşilerin tarikatı gizliliğe çekilmiştir, fakat bu, 1925'e kadar yarı resmi işlevini sürdürmesini engellememiştir.
sf. 212

* Bektaşiler, her zaman serbest görüşlü (liberal) ve kural dışı (non-conformiste) insanlar olarak tanınmışlardır. Dinler üstü ve dini otoriteye karşı (anti-clericale) tavırları, çoğu kez Tanrısızlık (ateisme) suçlaması ile karşılanmıştır.
    Oysa onların tavrı, Sultan Abdülmecid zamanı (1839-1861) yönetiminin yeni yönelimlerine uygun düşmektedir.
sf. 213

yazar ve kitap hakkında incelemeler ve yazılar;

http://tr.wikipedia.org/wiki/Ir%C3%A8ne_M%C3%A9likoff
http://www.psakd.org/yazarlar/alevilik_asla_siilik_olmadi.html
http://www.psakd.org/irene_melikoff.html




6 Mart 2013 Çarşamba

Düğümlere Üfleyen Kadınlar / Ece Temelkuran / Everest Yayınları







Adı               : Düğümlere Üfleyen Kadınlar
Yazar           : Ece Temelkuran
Çeviren        : -
Sayfa           : 480
Yayınevi     : Everest Yayınları
Baskı           : 1. Baskı
Fiyat           : 20,00 TL



* İnsan gecenin seslerini ancak bir maceraya ikna olmak istediği zaman bu kadar uzun dinliyor herhalde.
sf. 4

* Her nasılsa birbirlerinin içinde yaşayıp birbirlerinden saklanmayı başarıyorlar.
sf. 5

* Böyle acayip oluyor. Kendi şehrinde turist gibi. Başka biri gibi oluyorsun eve gitmeyip otele gelince. kendi hayatına başka bir kapıdan girmiş gibi...
sf. 8 


* İlginç adamlarla tanışmak Paris birazdan bombalanacakmış gibi korkutsa da beni, ilginç kadınlarla tanışmak La Strada Operası'nda perde açılıyor gibi bir şükür duygusuyla dolduru içimi.
sf. 8

* Amira da kendini geri attı, sanki duymak istemedi Maryam'in Tahrir'le ilgili, büyü ile ilgili anlatacaklarını. Oysa ben hikayesini ilk kez anlatırken dikkate alınmayan insanların aniden ölebileceğinden korkarım.
sf. 10

* Arapça ile sadece dua okunmaz, sevişilir, politika yapılır.
sf. 11

* Birbirinde, birbirini yoklayarak ilerleyen, içine sığındıkları bu hikayeden başka gidecek yeri olmayan, üç kadın olduğunu sanan dört kadındın. İlacımızın birbirimizde gizli olduğunu bilmediğimiz gibi, insanlığı kötülüklerden koruyacak merhemi birlikte icat edeceğimizden de bihaberdik.
sf. 14

* Yüzündeki her şey olması gereken yerde; ama öyle sert bakıyor ki, sanki alnında hiç indirmediği bir ''Kapalıyız'' tabelası asılı.
sf. 19

* İkisinin de rahat ettiği rolleri karşılıklı teyit ediyorlar böylece. bir dönme dolabın sallanan  kabinine birbirlerinin hareketlerini takip ederek yerleşen iki kişiler. Dolap dönmeye başlamadan önce küçük hareketlerle dengelerinin sağlamasını yapıyorlar.
sf. 20

* Arap Müslümanlar Kerbela çamurundan yapılmış, secdeye varırken alın dayanan yuvarlak tabletin deride oluşturduğu gri namaz damgasını ayırt ederler. Alnında merhamet damgası olanı da nasılsa dilenciler ve aç çocuklar tanıyor demek ki.
sf. 25

* Saçları gidince sahneye yanlış kostümle çıkarılmış figüran sıkıntısı geçmiş gibiydi. Tuhaf biçimde rahat ve neşeli.
sf. 32

* ''Peki biliyor musunuz maşmuum demetlerine koydukları yaseminleri neden sabah erkenden, daha kapalıyken toplarlar?''
    Sesindeki barones işvesi her sözcükte bir kibrit yakıyor:
    ''Çünkü yaseminler rüyalarını unutmazlar böylece. Eve getirip gümüş tabağa koyarsanız yavaşça açılır, geceyi hatırlar ve size beyaz rüyalarını fısıldarlar.''
sf. 34

* Dövülürken insanın gövdesi büyüyor. Küçüleceğine büyüyor.
sf. 38

* İnsan, o da eli iyi gelmişse, hayatta kendini bir kere bütünüyle görür. Ömrün gerisi ya o sahneye yeniden kavuşmak için geçer ya da ondan kaçmakla.
sf. 39

* Ben gözlerimi dikecek emniyetli bir yer buluyorum. Duvardaki dünya saatleri. Ne işi var bu saatlerin bu eski kahvede? Dünyanın bütün zamanını kahvede oturarak geçirebilecek gibi görünen adamların dünya saatlerine niye ihtiyacı olur?
sf. 44

* ''Kadınların çıplakken bile sınıfları belli oluyor sanki'' dedim Maryam'e. ''Yani böyle tenlerinde bir pürüzsüzlük, ağdalarında bir mükemmellik, her şeylerinin her şeylerine bir den gelişi... Ne yapsalar yakışıyor gibi...''
sf. 56

 * Sığınan sığındığını var ediyordu. Korunmaya ihtiyacı var gibi görünen, aslında koruyandan daha kudretliydi.
sf. 59

* Amira, nasıl kederini saklamaya yarayan çarpışan araba neşesiyle insanın içini eziyorsa, Maryam, fakir bir lunaparkın korku tüneli, iki geçişte alışıyorsun.
sf. 64

* Onunla olmak, tek başına olmadan yalnız olmak gibi.
sf. 66

* İnsanı en çok kendini hayal kırıklığına uğratmak mahveder. Bir yandan onların alayı, bir yandan senin kendine biçtiğin başı sonu olmayan eza... Dert, dermansızlaşır. Gençken gelir geçer böyle kuraklıklar. Ama ömrün ortasındaysan...
sf. 74

* Korkmak, ne sefil bir hapishane.
sf. 90

* Işığın sesi olmalı. Yoksa sivrisinekleri karanlıkta daha iyi duyuyor olmazdık. Işığın bir kütlesi olmalı. 
Yoksa karanlıkta daha geniş sevişiliyor olmazdı. Karıncalarla serçelere fazladan gösterilen şefkate artık bir dur dense. Her iki hayvanat da sinir bozucu derecede yırtıcı aslında...
sf. 93

* Gönül rahatlığıyla ölebilirsin burada. Bu yüzden gönül rahatlığıyla yaşayabilirsin. Gidiyoruz, gidiyoruz...
sf. 101

* İnsan bir kez bir sınır geçince artık hangi sınırlarını ne kadar geçeceğini hiç kestiremiyorum. Kaybolduğunuz çöl, sizi bulanla aynı olmuyor...
sf. Libya

* Bütün köy çöl ise, bu biçimsiz bina vaha. Kadın ve çocuk sesinden bir serap. Vaha söz konusu olduğunda su sadece bir vesile, öyle anlaşılıyor. Çöl yolunu yitirmiş, kuru erkeklerden oluşan bir şey, vaha kadınlardan kurulu sulak bir kalp.
sf. 123

* Onlar anadiline gidiyor, Amira, Maryam ve ben ise giderek uzaklaşıyoruz anadillerimizden. Yine de anadilimizi konuştuğumuz kimsenin anlamadığı gibi anlıyoruz birbirimizi.
sf. 127

* ''Felak suresi... Neffâsâti fi'l-u'gad... Sure, 'Düğümlere üfleyen kadınların şerrinden sakının' diye buyurur. Büyücü kadınların şerrinden sakının... Allah biliyor yapabileceklerimizi. İyiyi de kötüyü de. Ama biz unuttuk sadece. Ama şimdi sınırı geçtiğimize göre... Hatırlamanıza yardım edeceğim. Siz de bana yardım edeceksiniz. Nefesimle kurduğum dünyayı yıkan adamı bulmaya giderken yanımda duracaksınız.''
sf. 134

* Bir insan bu kadar mı hevesli olur yaşamaya, ortada bir hayatı bile yokken...
sf. 141

* Her mutlu ânın bir cezası olduğuna içten içe inanan bütün Ortadoğulular gibi hiç şaşırmadık ve hemen şuçlu hissettik.
sf. 154

* Ölümü böyle iç cebinde sevgilinin resmi gibi taşıyan memleketler cenazeleri niye hep hazırlıksız karşılarlar?
sf. 158

* Sarıldım. Maryam hamur gibi, çocuk gibi, ki her ikisi de aynı kokar aslında.
sf. 162

* Ne ki siz, tanıdım artık sizleri, kendi tercihlerinizi makus talihiniz, kahırlı kaderiniz sanıyorsunuz. Bu yolun kendi tercihiniz olduğunu kabul etmediğiniz için kahraman gibi değil, kurban gibi yürüyorsunuz.
sf. 169

* Felaket, yaklaşırken esrarlı bir rehavet gönderir kurbanına.
sf. 173

* O anda anladım, doğum yapan kadınlar niye kesik kesik nefes veriyorlar. Puf puf ediyorlar ki korkunun yutturduğu nefes topları ciğerini patlatmasın. Aynen öyle nefes veriyorum: Puf puf puf! Deve de içinden küfür ediyor gibi; şüpheli bir sessizliği var.
sf. 190

* Dido yanılmıştı, kendini değil gönlü olmayanı öldürmeliydi. Merhamet etmeyeceksin öylelerine. Gönlü kurakları biçeceksin ki kökünden, daha da kimseye zarar veremesinler. Yara açmaları mümkün olmasın bizim gibilerde...''
sf. 222

* Bir ailenin bütün kadınları -eğer temiz kalpli insanlarsa- mutfakta kızarmış ekmeğe benzeyen bir koku oluşuyor, tereyağı gibi.
sf. 232

* Seni ben kuruyorum yabancı. Hayalinden daha eksik olma, beni utandırma.
sf. 237

* Günün birinde bir erkek kalbinin çölünde bir serap gördüm doldurdum kumu balıklarla. Seraptan da duadan da yorulduğum zamanlarda adam döndü bir deniz-mezarlığa. Balıklar çırpınmadan bir anda öldü. Ve gördüm ki ben, yine aynı adamda yeniden icat edebiliyorum suyu, yeniden serap, yeniden derya ve yine dolduruyorum balıklarla bir adamın çölünü. Bütün aşklar budur. Aşk, kadınlar yorulunca biter. Kadınlar bir adamı değil, bir mezarlığı terk eder. Ne ki ben bütün kadınlar gibi değilim. Ben çok küçükten beri sadece kendi ayaklarımın üzerindeyim.
sf. 244

* Aşk bir tereddüt anında gelir hanımlar. Bir küçük tökezleme ve işiniz biter. Yılların tecrübesi, bir ömrün zaferleri, külyutmaz aklın yaş tahtaya basmazlığı... bir küçük tereddüt anını bekler aşk, kurduğunuz saray devrilir. Kim bilir belki için için istiyorumdur bunu.
sf. 247

* İnanmak istemek inançtan daha kudretlidir.
sf. 250

* ...ikinci yenilgi birincisi gibi değildir. En derin izi o bırakır.Çünkü yenilgiyi arzuladığını anlarsın, kendini affedemezsin. Öfke ve aşk, kahır ve tutku... Bunlar bir kez karıştı mı işin zor. İşte böylece karıştı benim kimyam da. Belki daha önceleri olsa mühim değildi, atlatırdım. Ne ki, bir kadın zamana ve aşka aynı yaşında yeniliyorsa, iflah olmaz.
sf. 250

* Beni istemediğine göre, bende onun istediği bir şey olmasından başka çarem yoktu. Bakmayın öyle... Ben sevmeyi bilmiyorum. Sevince, kaybedince ne yapılır hiç bilmiyorum. bildiğim şeyi yapıyor, savaşıyordum.
sf. 251

* Kesinkes yalan, insanın kendi kendini sevmesi meselesi, kim uydurduysa, İnsan ancak sevilince öğreniyor kendini sevmeyi.
sf. 275

* Öpüldüğü zaman gövde bir bütün oluyor. Öpen gidince parçalara bölünüyor. Ayak oluyor işte, el oluyor, karın oluyor. Biz Maryam ile öyleyiz şimdi. Parça parça.
sf. 275

* Belki erkek cinsi böyle tatlıcık, kavrayamayacağımız bir ülkenin fethi peşindeyiz. O topraklarla ne yapacağımıza karar vermeden heves ediyoruz. Bir kadının teni yetmiyor, kalbi yetmiyor, ruhunun teslim olduğu anı görmeden rahat edemiyoruz.
sf. 295

* Gençliğin oyunları olgunluğun işkencesi olurmuş, bilemedim.
sf. 301

* ...beni affetmeni değil, bir gün senin için herhangi biri olmayı diliyorum. Nereden tanıdığını unuttuğun biri.
sf. 323

* ''İnsanların yüzlerindeki izlerle ilgili soru sormazsanız nezaket gösterdiğinizi değil, yüzlerini görmediğinizi düşünürler.''
sf. 339

* Yaşamayı istediğin bir ömürde hep yeterince vakit vardır. Yanlış hikaye yoktur. siz, kaderiniz ne zahmetli olursa olsun hariçte kalmamaya bakın. Ömür o vakit kısalır işte.
sf. 364

* Düşmana teslim olmak daha kolay. Onurun kırılır en fazla, ama beni seven birine teslim olursam... Esir düşerim.
sf. 379

* Ben: ''O kadar aşağıya bakma, miden bulanacak.''
   Amira: ''Yok benim ufka bakınca içim bulanıyor asıl.''
   ........
   ''Çünkü kıyıda daha çok hareket var. Ufuk ise kıpırdamıyor. Burası güzel, ilerisi görünmüyor.''
sf. 404

* Tanrı bizi sevmese bile bir anne bize yetebilirdi...
sf. 471

* Nihayet, yola çıkmaya karar verir insan, nereye varacağına değil. Bir yol hikayesi yazmaya karar verdiğinizde de sonunu muhakkak yol yazar.
sf. 471 
  

kitap hakkında incelemeler ve yazılar;










31 Ocak 2013 Perşembe

Cemile / Cengiz Aytmatov / Elips Kitap






Adı               : Cemile
Yazar           : Cengiz Aytmatov
Çeviren        : -
Sayfa           : 74
Yayınevi     : Elips Kitap
Baskı           : 3. Baskı
Fiyat           : 4,00 TL




* ... bizim gelin öyledir, derdi annem, doğruyu insanların yüzüne karşı söylemeyi sever. Böylesi dedikodu yapmaktan, dolaylı ve iğneli sözler söylemekten iyidir. Sizinkiler erdemli görünüp saman altından su yürütürler. Kokmuş yumurtalar da hep böylelerinden çıkar. Dıştan bakınca bembeyaz, ama içi burnumuzun direğini kırar.
sf. 15

* ''Osman gibileri kalbimden geçenleri ne bilsin? Kimse bilemez... Belki bunu anlayacak kimse yoktur dünyada...''
sf. 21

* Öz vatanını, öz milletini kim sevmez! Dönüp gelen insan, yiğit, mert bir insandır.
sf. 26

* Avılda (köyde), cigit (yiğit) denince, kendilerini ve başkalarını savunma gücü olan, iyilik etmesini bilen; ama ara sıra toylarda veya cenaze sölenlerinde aksakallara kafa tutarak canının istediğini yapan bir genç insan (yiğit) akla gelir. Böyleleri kadınlarda dikkati çeker.
sf. 30

* Bir insan kendini gösterecek bir şey yapmazsa, yavaş yavaş unutulur gider.
sf. 32

*  Henüz kurtulamadığım çocuksu bencillik, bende hırslı bir kıskançlığa dönüşmüştü. Çocuklar yakınlarını yabancılardan hep kıskanırlar.
sf. 38

* Danyar aşıktı. Denizler kadar derindi onun aşkı. bunu iyice seziyordum; ama başkalarının aşkına hiç benzemiyordu. Çok büyük bir aşktı bu. Hayat aşığı, toprak aşığı, tabiat aşığı idi. bu aşkını içinde saklıyor ve türkülerde duyup yaşıyordu. İlgisiz bir insan, aşık olmayan bir insan, sesi ne kadar güzel olursa olsun, böyle şarkı, böyle türkü söyleyemez.
sf. 47

* İnsan her şeyi anlatamaz, zaten kelimeler de her şeyi anlatmaya yetmez...
sf. 48

* İnsanların savaşa gitmek için düştükleri yollarda acılar, acı yakarışlar kalıyordu...
sf. 50

* Aşk da bir ilham mıdır? Ressamın, şairin ilhamı gibi bir ilham mıdır?
sf. 56

* Bir şimşek, kayıp bir yerlere indi,gürlemesi duyulmadı.
sf. 66

* Sevgilim, kimsesiz sevgilim benim! Seni hiç kimseye kaptırmam! Uzun zamandan beri seviyorum seni... Bilmediğim zamanlardan beri seni sevmiş, seni beklemişim ben. Ve işte geldin, seni beklediğimi biliyormuş gibi geldin!...
sf. 67

* Fırtına, güçlü ve büyük bir ağacı devirirse, o ağaç bir daha doğrulamaz.
sf. 72

* ''Git Cemile, git! Hiç pişman olma, sen mutluluğunu en sarp yollarda yürüyerek buldun!...''
sf. 76




Bir Dersim Hikayesi / Murathan Mungan'ın Seçtikleriyle / Metis Kitap






Adı               : Bir Dersim Hikayesi
Yazar           : Murathan Mungan'ın Seçtikleriyle
Çeviren        : -
Sayfa           : 200
Yayınevi     : Metis Kitap
Baskı           : 1. Baskı
Fiyat           : 15,00 TL



Murathan Mungan;

* Anadolu, kanlı sahne. Onca uygarlığın kurulduğu, dağıldığı, el değiştirdiği; onca dilin, dinin, inancın, kültürün yaşadığı, çatıştığı, iç içe geçtiği zorlu bir coğrafya burası. Ve her geçen gün biraz daha öğreniyoruz bu topraklarda her inkarın ardında yakın ya da uzak tarihli bir toplu mezarın yattığını... Toprağa yalnızca ölülerin değil, hakikatlerin, dillerin, kültürlerin, kelimelerin gömüldüğünü...
sf.11

* Edebiyat kin tazelemek için değil, hafıza tazelemek için yapılır.
sf.12

* İnsandan daha uzun yaşar kemikleri. Dillerini ne kadar toprağa gömerseniz gömün, kelimelerin kemiklerini örtecek toprak yoktur. Gün gelir, yazılır, söylenirler.
sf.14

Herkes Ana Kuzusu - Ahmet Büke; 

* Orada büyük kadın Goê yatıyor minderin üzerinde. Dedi, beni de bıraktılar. Dedi, sizi de mi bıraktılar? Dedi, ben ertesi güne ölürüm, şu peyniri ye sen. Sonra kardeşinin ağzına damla damla tükür. Birazını da sen yut. Dedi, dereyi takip et, o seni Pir Hesen'in yanına götürür. Dedi, orada insan varsa kurtulursunuz. Yoksa görüşürüz nasılsa.
sf.19

Yıkımın Tarihi - Ayhan Geçkin;

* Dönüyor, kımıltısız denize bakıyorsun. Benim gitmeme gerek yok ki, diyorsun kendi kendine, ölüler zaten burada, benim içimde. Onları kim yatıştırabilir, kim mezarlarına geri döndürebilir? Dedem belki de ölülerle baş edemediği için kendini öldürdü. Şimdi o da içimde.
sf. 30

* Konuşmak, diye düşünüyorsun, konuşmaya inanmadığından değil, kim bilir belki kadından çok daha fazla konuşma arzusu duyuyorsun, ama bir şey, ne olduğunu kavrayamadığın bir şey sözcükleri ağzından çıkar çıkmaz yararsız, ölü, yabancı kılıyor, ne karının sözcükleri sana, ne de seninkiler ona ulaşabiliyor. Bu dil değil diyorsun, geveze bir dilsizlik.
sf. 31

* Ölüler, ölüler, belki de gerçekten konuşması gerekenler çoktan ölüp gittiler. Yaşayanların konuşmaya başlayabilmesi için belki önce ölülerin konuşması gerek.
sf. 31

* Bir süre iç çeke çeke ağlamasını, hıçkırıklarını, burnunu çekişini dinliyorsun. Sen bırakmadıkça kadın gidemeyecek, bunu görüyorsun. Senin kurnazlığın da bu, kadına sıkı sıkı, yapışman, öz suyunu emmek ister gibi yapışman. Ona doğru eğiliyor, öpmeye başlıyorsun. Uzanır, geceliğini beline kadar sıyırıp külotunu çıkarıyorsun. Üzerine abanıyorsun. Karşı koymuyor. Ama yüzünü çeviriyor. Gözyaşları hala azar azar akıyor.
sf. 33

Bunlar Masal mı Munira Hala - Cemil Kavukçu;

* Kocaman elleri tutmak istediğim bulutlar gibiydi.
sf.35

* ''Benim küçükken konuştuğum dil bu değildi,'' derdi. ''Biliyorum,'' derdim. Çünkü her masal böyle başlardı. o dilin sözcüklerini fısıltıyla da olsa söylemezdi.Yoksa unutmuş muydu? Bir süre konuşmadan beklerdi. Gözlerini kısıp onu izlerdim. Sessizlik bütün diller de aynı anlama mı gelliyordu?
sf. 35

Lori... Lori... - Behçet Çelik;

* ''Deli misin abi, adam senden benden daha cindi.''
   Bilmem mi? Bir de şikayet ederdi bundan. Millet aklım başımda dursun ister; o ise nerede kafası karışmış, çocuğunu, kardeşini bilemez olmuş birini duysa imrenir, eseflenerek iç çeker, ağzını buruşturup ''Şanslı herifmiş'' diye mırıldanırdı.
sf. 39

* Hiç konuşmayan, gülmeyen, sıkıntı içinde camdan dışarı bakıp duran, yaşlı ve mutsuz biriyle aynı evde büyümüşse insan, uzaklara kaçmak da kar etmiyor: gittiğin, sığındığın yere götürüyor, sevdiğin, seviştiğin insanlara da soluturuyorsun bu havayı.
sf. 42

* Sesinde sert bir tını vardı. Aynı dili konuşuyorduk; kelimeler yakın anlamlar taşıyordu birbirimize; ama ne olduğunu bilemediğim bir engel, bir engebe, aşamadığımız bir yabancılık seziyordum, cümlelerin birbirine bağlanmasını zorlaştıran bir pütür.
sf. 46

* Dar odalarda, cılız ışıkta, kalın, tozlu sözlüklerde bodur kalmış kelimeler onun ağzından masal diyarlarının geniş, bitimsiz ufuklarını kuşanarak çıkıyordu. Ama ben uykuya hazırlanırken masal dinleyen bir çocuğun hafiflemesini değil, bilmediği bir dünyaya düşmüş masal kahramanının tedirginliğini duyuyordum.
sf. 46

* Dünya akıp giden kirli bir sudan ibaretti; birazı da göz kenarlarımda birikmişti.
sf. 47

Yük - Ayfer Tunç;

* Gerçeğin perdesi demirden olur, altında kalırsanız ezilirsiniz. Zaten tarih yazıcılığının en trajik kısmı da budur. Açayım derken perdenin altında kalanlar. Onların tarihini kimse yazmaz.
sf. 49

* Dürüst müydük? Dürüstlük nerde başlar, nerde biter tartışmasına girecek değilim ama açıkcası pek de dürüst değildik, bunu söyleyebilirim. Neyyire Hanım'ın evinin kapısını yalanla açtık çünkü. Bazı kapıları dürüstlükle açamazsınız.
sf. 50

Tarih Öncesi Köpekler - Burhan Sönmez;

* Sabır, sahte bir şekerdi o zamanlar, insanı kandırır, ama tat vermezdi.
sf. 56

* İngiliz bir sevgilim var şimdi, dilim onun diline tam dönemesede, kalbim onundur. Türkiye'de birbirimizin dilini ne kadar anlıyorsak, burada da o kadar.
sf. 57

Çok Uzakmış, Ancak Tayyareyle Gidilebilirmiş - Şule Gürbüz;

* Zaten şaşkındık, dünya da şaşılacak yerdi doğrusu. Herkes hayattan payıma düşen eziyeti ve cefayı olgunlukla sırtlamaya çalışır, görünürde bir derdi zoru olmayan da ''Benim de huyum başıma bela, neler çektiğimi, nelerle ta be sabah, minesseher ileşşam güreştiğimi bir ben bilirim, bir dahi Allah,'' der, sıradan yaratılmayışına anlayış duyamayanlara anlayış göstererek az çok büyüklenmenin bir yolunu bulurdu. Biz de onlara olgunluk göstererek belki olgun sıfatını kazanırdık, kim bilir? kazancın sahih mi, çalıntı mı olduğunu sahibi çıkmadıkça aramazdık.
sf. 71

* Kültür dünyayı bilmek değildi, hatta öbür dünyayı bilmek buraya da fazla değmemekti.
sf. 71

* İmam-ı Azam ''Dünya senin tanımadığın ıstırap sebebiyle dev gibidir, aksi halde bir çocuk gibi başını okşar, teselliyi sen verirsin'' demiş.
sf. 72

* ''Her kuş kendi cinsiyle uçar'' demiş Hz. Pir.
sf.72

* ''Kabre sığdım sığmaz iken aleme''
sf. 72

* Seyrimiz hayat yolunda iken bize çok da fena gelmezdi. Bir dert gelip dayandığında incelik faydasız, yapılan cılız, yalnızlık kat'i gelirdi. Bu kat'ilik katılaşır, hayatın tabisi gelir, o katılığa karşı çok sıvı olmamak gerektiği düşünülür ama elbet yapılamazdı. Hayat sert, insan yumuşaktı.
sf. 73

* İnsanın yumuşaklığı kalbinde değildi, kalbi gayetle sert ve tıkızdı da kendi kendine çok msğlup düştüğü için zamansız kırılıverir, takatten düşerdi. Yoksa eline fırsat geçse her şeyi yapardı: üzüntüsü, bu her şeyi yapamamaktı.
sf. 73

* Konuşmak insanın ağusunu alır derler, zehrini yani. Alır da ne yapar acaba, nereye atar, böyle söze inanılır mı? Başkasının acısı gündelik bir iç çekilir de ''Çıkarken şu ocağı kapat'' diye seslenilir. Ocak ve konu aynı anda kapanır. Konusu kapanan acı acaba ne olur?
sf. 74

* Susulanlar, henüz hakkında bir yalan uydurulamamış olanlar mı? Ben bazen susmayı namus sayardım da aslında söylemek isterim, yaşayanda namus olur mu?
sf. 75

* Biz ânın içinde andan habersizdik.
sf. 76

Zerre - Hakan Günday;

* Üç saattir yürüyorlardı. Daim önde, Ahla peşinde. Hayat önde, ölüm gölgesinde.
sf. 78

* Zerre kadar sevmedikleri için hiçbir şeyi, Dersim'in neresi yanıyorsa oraya koştular. dillerindeki dualar düşmesin diye de ağızlarından nefes bile almadılar. Birbirlerine tutuna tutuna, düşe kalka, büyüye büyüye koştular.
sf. 81

* Zerre'yi bulmak yetmez Allah'ım
   Emret de şu bombalardan önce bulalım
   Olmuyorsa da azat et,
   Dersim'le beraber yanıp kül olalım
sf. 81

Işık Ağaçları - Ayşegül Çelik;

* Bizim buranın eriği, üzümü yerine masalı, efsanesi meşhurdur. Fakat her yerde duyup okuduklarınıza benzemezler... Olan şeyleri olmamış gibi söylemek âdettir. Misal, ''Bir varmış bir yokmuş'' diye başlamaz hikaye, sadece ''yokmuş'' denir ''ve hatta hiç var olmamış...'' Bazı kelimeler saklıdır burda, bazıları da puslu, gözü alışmayan göremez.
sf. 82

* Yüzünde daha önce görmediğim bir şey vardı, kaşları çatık, sayıklar gibi, ''Bizim burada ağaçlar zor büyüyor,'' diye mırıldandı. ''Çünkü bu toprağın hikayeleri zehirli!''
sf. 84

Masal Bitti O Gece - Haydar Karataş; 

* Ozan Doğanay sazın teline ağır ağır vurmaya başladı. İşte o esnada Doğanay'ın saz sesinin, o âna kadar köylülerimizin ziyaret yerine giderken, toprağa inleyen dua sesleri olduğunu fark ettim.
sf. 91

Üç Dersim - Murat Yalçın;

* Uykunun karanlık mahzenlerine doğru sürükleniyor yorgun bedenim. Gözlerim açık olmasına açık ama etim kemiğim uykuda.
sf. 101

* Bizde at ne arasın? Varsa yoksa eşek, katır, keçi... Beş-on inek, birkaç öküz belki... Başka hayvanın, hele koyunmuş, atmış, bunların gezeceği yerler hiç değil. O yüzdendir ki, kentlerde kenar mahalleye gelmiş lüks otomobil çevresinde dolanan görmemiş çocuklar gibi, biz de atlardan ayırmazdık gözlerimizi.
sf. 104

Sabiha- Karin Karakaşlı; 

* Küslük bulut gibi birikir, bir köşede ilk şimşeğini bekler.
sf. 107

* Birazdan uçağım gelecek, beni uzaklara götürecek. Ama son durak senken, ne kadar gidebilmiş sayılırım.
sf. 108

Pepuk Kuşu - Gaye Boralıoğlu;

* Şimdi karşımda oturuyorsun; mahzun, masum, Bir çocuk gibi. Yüzündeki derin çizgilerde ben kendimi arıyorum babaanne... Gözlerimde ki karanlıkta kendi boşluğumu.
sf. 122

* Meğer sessizlik ne sağır edici bir gürültüymüş. Dayanılması ne zor bir felaketmiş.
sf. 125

Yıllar Önce Ben Bir Meydandaydım - Sema Kaygusuz;

*Avcılar, anlattıkları hikayeler daha da acıklı, daha da heyecanlı olsun diye domuzlardan birer kabadayı, geyiklerden genç kadınlarmış gibi söz ederler.
sf. 130

Çifte Sultanlar - Seray Şahiner;

* ''Bu Kürtlerin halayları da kaderlerine benziyor. O kadar ter döker bir adım ilerleyemezler.''
sf. 155

Kalan - Murat Özyaşar;

* Konuşursam sustuklarım incinir diye susardı sanki. Durmadan susardı. Sustukça o, satır satır bir defter olurdu alnı. Altı çizili cümleler yol yol olur, gider kapısı hep açık olursa duran geçmişe biterdi.
sf. 160

Ekber, Sen... - Barış Bıçakcı

* Muzur'a bakarken yalnızca kendi hayatın kadar bir hayatı düşünebiliyorsun, insanın yaşadıklarının dışında bir geçmişinin olabileceğini biliyordum.
sf. 182

* Dışarıdakiler kapıyı açman için yalvarıyorlardı; çıkman için, nereden?
sf. 185