27 Mart 2012 Salı

Elvada Gülsarı / Cengiz Aytmatov / Ötüken Neşriyat








Adı               : Elveda Gülsarı
Yazar           : Cengiz Aytmatov
Çeviren      : Refik Özdek
Sayfa           : 228
Yayınevi     : Ötüken Neşriyat
Baskı           : 1. Baskı
Fiyat           : 13,00 TL


* Güzel yorga (at) güzel kız gibidir, elde etmek için peşine düşenler çok olur. Bilirsin, bir kız iyi bir ere düştüğü zaman daha da güzelleşir, gözleri yaldır yaldır parlar, gül gibi olur. Ama kötü birine düşerse solar gider, çöp gibi kalır. Baktıkça yüreğin sızlar.
sf. 23

* Demek ki düşünmemek unutmak demek değilmiş. 
sf. 37

* Atla insan arasındaki tek fark, atın atı kıskanmamasıdır. Atlar bu konuda kıskançlık nedir bilmezler.
sf. 51

* Fırtına şafağa kadar sürdü. Sonra yavaş yavaş bulutlar seyrelmeye başladı. Ama doğu yönünde gök gürlemeleri devam ediyordu daha. Kara toprak bir koyun sürüsü, fırtına ve yağmur ise bir sürüye dalan kurtlardı sanki. Dişlenmiş koyunlar gibi kara yerden buğular yükseliyordu.
sf. 71

* Bir yerden bir yere taşın da, haline şükredesin. (Kırgız Atasözü)
sf. 104

* Her şey geçmişte kalmıştı. Baharda gelen, sonra gökte sıra sıra dizilip uzaklara giden, gözden kaybolan yaban kazları gibi uçup gidiyorlardı onun için iç dünyasında...
sf. 109

* Turnaya beylik versen tepende gagalayıp durur.
sf. 110

* Tende beden, bedende can taşıdıkça, bu dünyada yaşadıkça, hayat yolunun önündeki engelleri aşmaya, kaldırmaya çalışacaksın, arkadan omuz vereceksin. Başka türlü olmuyordu... Ne var ki, her omuz vuruşta, hayat arabasının tekerleği omuzunu bıçak gibi yaralıyor, yara üstüne yara, derken omuzunu nasır tutuyor. Eğer yaptığın işi seviyor meyvasını da alıyorsan. nasırların hiç önemi yok. Şikayet etmezsin, memnun olursun...
sf. 119-120

* Şimdi Gülsarı'nın tek tutkusu koşmaktı. Böyle hızlı koşarak insanların ondan aldıkları şeylere yetişecek, onları yakalayacaktı sanki. Ama hiçbir zaman ulaşamıyordu onlara.
sf. 121

* Karşısında uludağlar vardı: Bir yanı pırıl pırıl, aydınlık bir yanı gölgeli. Aydınlık ve gölge nasıl yan yana ise, insanın kaderi de öyle, mutluluk ve acıyı beraber getiriyordu. Bir yanda kıvanç, bir yanda kaygı. Hayat dediğin böyleydi işte...
sf. 123

* İnsan yaşlanır, ama gönlü yaşlanmak istemez. İşte öyle, arada sırada, bir silkinir, birden doğrulup koşmak ister.
sf. 123

* Yapılacak iş, başındaki kılların sayısından da çoktu.
sf. 139

* ''Düşman yakana yapışırsa kurt(çakal) da bacağını ısırır'' derler ya... Asıl büyük felaketle uğraşırken daha küçük aksilikler olmuyor değildi.
sf. 146

* Tatlı söz hazineden değerlidir.
sf. 157

* Onların sözlerinin ''Dışı parlak, içi karanlık ve soğuk''
sf. 182

* Zaman ağır mı ağır, acı mı acı damlalar halinde, tıp tıp akıyor, geçiyordu.
sf. 186

* Sahibi ölen atlara kara örtü örtmek, eyersiz tutmak bir gelenektir.
sf. 195

* İleride, gözün ulaşamadığı bir uzaklıkta, şafak ağır ağır sökmekteydi. Şafağın doğurgan rahminden sökün eden ilk ışıklarla yeni bir gün doğuyordu. Beyaz sisler arasından, altın renkli ışınlar süzülüyor, sonra alev alev yükseliyor, yeryüzüne yayılıyordu.
sf. 200

* Ben yaşadıkça sen hiç ölmeyeceksin Gülsarı. Çünkü her zaman hatırlayacağım seni.
sf. 211

* Sonumuza varan yol, evimize varan yoldan daha kısa artık.
sf. 216

* ''İyi kadın kötü erkeği zor(güçlü) kılar, kötü kadın iyi erkeği hor kılar''
sf. 218

* ''Gökyüzünde sıra sıra uçuşan kazların kanat çırpınışına kendi kanatlarının gücü yetmediği için geride kalıp tek başına donarak ölen kaz gibi ölmek istemiyorum, kanat çırparken ölmek istiyorum. Bir yuvadan ıçup gideceğim zaman, o yuvayı benimle paylaşanlar üzerimde cıvıl cıvıl uçuşsunlar, işte benim ormanım bu''
sf. 219 





22 Mart 2012 Perşembe

Sırça Köşk / Sabahattin Ali / YKY Yayınları





Adı               : Sırça Köşk
Yazar           : Sabahattin Ali
Çeviren      : _
Sayfa           : 141
Yayınevi     : YKY Yayınları
Baskı           : 9. Baskı: İstanbul, Mart 2009
Fiyat           : 9,00 TL




* Sanat, yeryüzünde ve insanların içinde olup bitenleri, çöplükle sarayı aynı hakikaten uzak ve güzelleştirici örtüye bürüyen ay ışığı gibi, tatlı bir yalan bulutunun arkasından göstermeye mecburdu, sanat eserinden faydalanabilecek durumda olanlar, her şeyden önce avunmak, oyalanmak istiyorlardı;sanatkarın ekmeği de işte bu tatlı rüya meraklılarına bağlıydı, yoksa kömür kayığında yüzükoyun yatan yırtık zıpkalı Bartın uşağına değil.
sf. 18

* Yapacakları işleri olmadığı için dünyayı dolaşmaya çıkan aylakçı zenginlerin, memleketlerinin herhangi bir köşeciğinde saklanmayıp, sahilden her tarafı gezdiklerini ispat etmek ister gibi, her uğradıkları yerden vesika mahiyetinde bazı şeyler tedarik etmek adetinde olduklarını biliyordu.
sf. 20

* Açık denizleri, etrafında duvar olmayan, uçsuz bucaksız yerleri arıyordum. Ama ruhumuz böyle gökyüzlerinde uçup dururken birdenbire yere inip insan küçüklüğü ile karşılaşmak ne tuhaf oluyor.
sf. 27

* Kedinin ağzına düşmüş canlı bir fareye benziyordu.
sf. 31

* Bu dünya böyledir işte, kimi adam öldürdüğü için katil diye anılır, kimi adı katile çıktı diye adam öldürür.
sf. 34

* Elle tutulamayacak kadar ince, asla yırtılmayacak kadar sağlam bir ağ halinde onları saran bu can sıkıntısı, biraz dikkat edilince, kahkahalarda boş bir çınlama, gözlerde soğuk bir alakasızlık halinde kendini gösterir. Söyleyen de, dinleyen de o anda başka bir şey düşünüyor gibidir, halbuki hiçbir şey düşünmezler. Ama bunda şikayetçi değildirler; hata canları sıkıldığının bile farkında değildirler. Boş da olsa gülerler ve hallerinde memnun olmasalar da, hayatlarında bir değişiklik istemezler.
sf. 60

* Okumuş yazmış olanla kara cahil, kibar terbiye görmüş olanla ömrünü ekmek parası ardında ve denizde harcarken terbiyeye vakti kalmamış olanı, iyi ile kötüyü aynı hale, aynı tek biçimine sokan sarhoşluğun o ilerlemiş haddi, bütün erkeklerin suratında yılışık, şehvetli, ama tamamen ruhsuz bir maske halinde sırıtıyordu.
sf. 64

* Sarhoş olsun olmasın bütün kadınların yüzlerinde, hareketlerinde ise: "Aman Yarabbi, ne zaman bitecek!" diyen bir ifade vardı; ve bununla bu geceyi değil, bu hayatların da değil, her şeyi, ama her şeyi kastettikleri besbelli idi. Bu akşam mümkün olduğu kadar çok para bıraktırma vazifesini üstüne aldığı erkeğin yüzüne meslek icabı, fakat lüzumsuz bir gülüşle bakan kadın, adamın biraz fazlaca sarılması, yahut sakalları fırlamış terli suratını yanağına yapıştırmak istemesi üzerine, derhal kuyruğu çekilmiş bir kedi halini alıyor, herifi iki eliyle birden itiyor, sonra fazla kızdırıp müşteri kaybetmemek için de, hemen sırnaşmaya başlıyordu. Bütün bu değişmeler o kadar çabuk oluyor, o kadar kesin hatlarla birbirinden ayrılabiliyordu ki, bunlarda insan hislerinin değişmelerini aramak saçma idi.
sf. 64

* Akşamüzeri dönerken, yolun ilerisinde, çıplak bir taşın üzerinde bir sürü serçe gördüm. Bütün gün işe yaramayan çifteyi o tarafa çevirip ateş ettim. Kuşlar pırrr diye dağıldılar. Yalnız bir tanesi kanadından yaralanmış, yerde seke seke kaçmak istiyordu. Koşup onu avucuma aldım. O zaman bir kuşun kalbinin ne kadar hızlı çarptığını anladım. o fındık kadar et parçası, avucumu parçalayacak gibi vuruyordu. Gözlerinde şaşkın, fakat müthiş bir korku vardı. Bu bakışlarını görünce, hayvanı yere bıraktığım gibi kaçtım...
sf. 110

* Başka bir insanın zayıf olduğu yerde kendimizin kuvvetli kaldığımızı bilmek gurur verici bir şey...
sf. 111

* Üstelik, aleyhinde bulundukları sistemin kendilerini, bu dertleri ortaya dökmek ve bunlara bir çare bulmak için savaşanları ezmek işinde kullandığını bile fark etmiyorlardı.
sf. 112

* Kalbimizin 40 derece ateşe kaç gün dayanabileceğini, böbreğimizin günün birinde taş yapıp yapmayacağını nasıl bilemezsek, söylenmemesi gereken bir hakikati veya bize zorla söylettirilmek istene bir yalanı söylememek için ne kadar tazkiye tahammül edebileceğimizi de ölçemeyiz. Kimisinde bu mukavemet ölüme kadar devam eder, kimisi ilk korkunun doğurduğu heyecanla yumuşayıverip cellatlarının elinde şekilsiz bir balmumuna döner... Fakat bilebileceğimiz bir şey var ki, o da bu cellatların bize dost olamayacağıdır.
sf. 113

* Asıl bahtiyar, bir ömür boyunca hasretini çektiği şeye kavuşan değil, ona erişeceğini anladığı anda, saadetinin en yüksek noktasında bir 'Ah!' diyerek düşüp ölebilendir.
sf. 127

* Çünkü hayatın durdurulmaz akışı bunu böyle istiyordu.
sf. 130

* Eh, koyun deyip geçmeyelim. Onların içinde de ne koçlar ne yiğitler vardır. Dünya kuruldu kurulalı bütün koyunlar çobanla, köpekle yaşamadılar ya!
sf. 132

* Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.
sf.141