2 Aralık 2012 Pazar

Kayda Geçsin / Ece Temelkuran / Everest Yayınları






Adı               : Kayda Geçsin
Yazar           : Ece Temelkuran
Çeviren        : -
Sayfa           : 336
Yayınevi     : Everest Yayınları
Baskı           : 1. Baskı
Fiyat           : 15,00 TL




* Faşizm, bütün felaketler içinde en kolay kılık değiştirendir. Bu eski tanıdık, bize eşkali ve karakteri binlerce kez tarif edilmiş olmasına rağmen, ne zamana bize doğru yaklaşmaya başlasa, hiç yeterince uzaktayken teşhis edilememiştir. Yaklaşıp kendini tanıştırdığında ise her şey için çok geçtir. Çünkü dokunduğu her şeyi çürüten bir sır vardır terkibinde. Öldüren değil, çürüten... rutubet gibi bir şey, küf gibi...
sf. XIII

* Çocukluktan kurtulmanın, yetişkin olmanın önkoşulu kendi varoluşunun sorumluluğunu almaktır.
sf. 8

* İhsan Eliaçık:''Şimdigördüğümüz birçok kişi, malını korumak için antikomünist, sonra ülkede bunu savunanlar dindarlar olduğu için Müslüman oldu. Hiçbir hoca sana şunu anlatmaz: Peygamberimizin en büyük sünneti mülksüzlüktür.''üzerimde mülkiyet olduğu halde Rabbimin huzuruna gitmekten haya ederim'' demiştir. Zenginleri küstürürüz, vakıflarımızı, cemaatlerimize zenginler para, vermez, diye korkup anlatmazlar. Peygamberimizin ''Ticaret yapınız'' dediği de yalandır. Müşrik bir tüccarın sözü Peygamberimize mal edilmiştir. Peygamberimiz yoksuldu. Ama şimdi Başbakan yoksula ağlamıyor. Adalet, doğadaki güçlü zayıf dengesini korumak değildir. Bu, afyon dindir. Din, adalet, eşitliktir. Yoksulun derdiyle hemhal olmaktır. Biz diyoruz ki; ''dindar zihin: Senin bilincinde, tarihinde bu var. Uyan''
sf. 11

* İslamcı, başı açık bir kadında ne görür? Tarık (Tufan) gülüyor:
  ''Tebliğe muhtaç olduğunu düşünürler. Yardıma muhtaç duygusuyla yaklaşırlar''
   İhsan Eliaçık daha sert şeyler söylüyor:
  ''Aşırı dar gruplar Atatürkçüleri dinsiz görür. Dini düşünen zihinde ötekileştirme çok şiddetli oluşur. Atatürkçü gerici, mürteci der. Ama dindar -bu Arap dünyasındaki din düşüncesidir- kafir der. Kanı, malı, canı helaldir. dini düşüncenin handikabı budur.''
sf. 18-19

* Mesele de burada zaten; söylemekle yetinmeyip söylediğin şey olduğun zaman peşine düşüyor çakallar.
sf.41

* Babamın 12 Mart darbesinden sonra avukatlık yaptığı davalardan biriymiş. Bir öğretmene sormuş gazeteci Fethiye'de:
  ''Hocam turşu yapmak mı zordur, darbe yapmak mı?''
  Öğretmen cevap vermiş:
 ''Turşu yapmak daha zordur. Çünkü turşu için vasıflı hıyar gerekir. Darbe için birkaç vasıfsız hıyar yeterlidir!''
sf. 48

* Hava güzel. Bu hem iyiye hem de kötüye işaret. Hava güzel olduğu için gelmek kolay ama hava güzel olduğu için başka yere gitmek de kolay, daha tasasız bir yere.
sf. 53

* Bir gardiyan şöyle demiş bir anneye:
  ''Teyze hiç içeride çiçek yaşar mı?''
  Anne cevap vermiş: ''Benim yavrum yaşıyor ya!''
sf. 73

* Kim bilir belki Ortadoğu'daki oğlan çocukları yüzü kalabalıkların arasından sıyrılıp çıksın, bir kez olsun görünsün diye ölür.
sf. 88

* Çok mutlu olmak için toplanmış insanlar kendiliğinden mutlu olurlar; herkes çok mutluydu.
sf. 92

* Gencecik ihtiyarlıyorum...
sf. 161

* Kan, eroinden bile daha beter bağımlılık yapan bir sıvı, akmaya başladığında ne zaman biteceğine öyle kolay karar veremez insan. Kan, bataklıktır... Çakılırsın...
sf. 244

* Savaşı ve düğünü aynı malzemelerle yapan ülkeler sık sık sevişmekle öldürmeyi de karıştırırlar. Bombaların patladığı topraklarda yapılan düğünlerdeki havai fişek iştahı başka türlü açıklanamaz. dokunmayı bilmediği için sadece vurabilen oğlan çocuklarının büyümeden ihtiyarladığı memleketlerdir bunlar, kadınlar pişmeden yanar.
sf. 227


Kediler Güzel Uyanır / Yekta Kopan / Can Yayınları




Adı               : Kediler Güzel Uyanır
Yazar           : Yekta Kopan
Çeviren        : -
Sayfa           : 128
Yayınevi     : Can Yayınları
Baskı           : 1. Baskı
Fiyat           : 10,00 TL



* Bak, hala fısıldamaktan söz ediyorum, korkak ruh iflah olmuyor, oysa biliyorum sonsuzluğa sadece haykırışların kalacağını.
sf. 13

* Berber, kaç sıkıntının haritasını ezberlemiş beyaz örtüyü sıyırdı boynundan, boğaya meydan okuyan matador peleri görkemiyle çırptı havada. Çırak, kırık çerçeveli aynayı getirdi. Ensenle ayna arasındaki boşluğa sıkıştı çocukluğun.
sf. 18

* İzinsiz girmeye hakkım olmadığını bildiğim hayatın üzerinde, daha uzun süre tutmadım gözlerimi.
sf. 27

* Meğer her ayrılık, sevdiğin bir şairin intiharı gibiymiş. Beden kendini sonsuza gömüyor, sadece dizeler ve duygular kalıyor geriye.
sf. 29

* Beklenmedik bir anda, bir kitapla yaşadığın şaşırtıcı buluşma. Kütüphaneed, rafta, çalışma masasında öylece durmakta, seni beklediğini bilmeden; zaten sen de farkında değilsin yaşanacakların. Karşılaşıyorsunuz. O senden daha cesur, sınırları yok. Sonrası kendiliğinden geliyor. Mutlusunuz. Hepsi bu.
sf. 33

* Ben gidiyorum artık. Veda ediyorum. Çünkü benden uykularımı aldığın günden beri, başkalarının rüyalarını görüyorum.
sf. 36

* Sözlerimi ayıklayıp, onlarla çoğalmak istiyorum. Gel artık, yalnızlığı sevmiyorum.
sf. 63

* Seni sevdiğimi, söylerken bile, yalnızlığı yaşıyordum. İşte kendimi bu yüzden sevmiyorum.
sf. 67

* Neden bu kadar çok soru var hayatımızda? Neden yalnızlığımızı kelimelerle büyütebilmek için bu kadar hastalıklı bir hayat yaşıyoruz?
sf. 75

* Duruyor sonra dünya. Anlıyoruz, görmediğimiz bir yerdeki çocuklarını yiyerek geçiriyor karnının gurultusunu. Dünya, doğurduğuyla doğuyor.
sf. 122

Budala / Dostoyevski / İletişim Yayınları




Adı               : Budala
Yazar           : Dostoyevski
Çeviren        : Mazlum Beyhan
Sayfa           : 735
Yayınevi     : İletişim Yayınları
Baskı           : 9. Baskı
Fiyat           : 27,00 TL


* İster inanın ister inanmayın, adamı sehpaya çıkardıklarında yüzü kireç gibiydi, ağlıyordu. Korkunçtu, tek kelimeyle! Olur şey değil: kim ağlar korkudan, söyler misiniz bana? Bir çocuk ağlayabilir, anlarım bunu; ama kırk beş yaşını geride bırakmış, hayatı boyunca korkudan hiç ağlamamış, koskoca bir adam?... Bu anda ruhunda olup bitenler nedir kişinin? Nasıl birtakım kıvranışlar içindedir? bu, ruha hakaretten başka bir şey değildir! Ruha tecavüzdür bunun adı! kirletilmesidir ruhun! 'Öldürme' denilmiştir, Kutsal Kitap' ta. O birini öldürdü diye onu da öldürüyorlar! Hayır, asla kabul edilemez bir şey bu! Bir aydan fazla oldu ben bunu göreli, o zamandan beri hiç gözümün önünden gitmedi. Ve kaç kez de düşlerime girdi".
sf. 53

* Görünüşe göre oldukça farklı insanlarız ve fazlaca bir ortak noktamız bulunmuyor... Ne var ki, bu söylediğime ben pek inanmıyorum, çünkü insanlara ortak noktaları yokmuş gibi geldiğinde ortak noktaları vardır çoğu kez. İnsanların tembelliğinden kaynaklanan bir durumdur bu biraz da... yani pek ciddi incelemez insanlar birbirini... o zaman da, tabii, hiç bir şey bulamazlar.
sf. 59

* Gözlerini aşk bürüyen bir adamın, hele de ileri bir yaştaysa, bir kör gibi davranacağını ve hiç umulmayacak yerlerden, en saçma kapılardan kendine umut beklediğini herkes bilir; bu da bir yana, sağduyuları, bilinçleri körelir adeta ve onca bilge bir kişi olarak bilinmelerine karşın bir çocuk gibi, budalaca davranırlar.
sf. 87

* Büyüklerin, çocukları hemen hiç tanımamaları beni hep şaşırtmıştır; hatta ana babalar bile çocuklarını hiç tanımazlar. Henüz küçükler, henüz bilmeleri gerekmez diye çocuklardan bir şeyler gizlemeye hiç gerek yoktur. Son derece yersiz ve acımasız bir düşüncedir bu! Ve çocuklar, ana babalarının kendilerini bir şeyden anlamaz gördüğünü, minicik birer bebekmiş gibi gördüğünü ne güzel anlarlar! En karmaşık sorunlarda bile çocukların ne harika düşünceler ürettiklerini asla anlamaz büyükler.
sf. 108

* O bir suçlu değil, yalnızca bir mutsuzdu benim gözümde
.sf. 112

* Güzelliğe ilişkin değerlendirmede bulunmak zordur. Buna hazır hissetmiyorum kendimi. Gizemli... bilmecemsi bir şeydir güzellik.
sf. 120

* Ha iyi kalpli ama akıldan yoksun bir ahkam kadın, ha kötü kalpli ama akıllı bir ahmak kadın, her ikisi de mutsuzdur bunların. Bu eski bir hakikattir. Ben akılsız, ama iyi kalpli ahmaklardanım, sense akıllı ama kalpsiz bir ahmaklardan, ikimiz de mutsuzuz, ikimiz de acı çekiyoruz.
sf. 126

* Kabul edersiniz ki, herkesin bir eksiği, bir... Kendine özgürlüğü vardır; parmakla gösterilmeye alışılmış insan olmak demek ille de kusuru en çok insan olmak demek değildir.
sf. 145

* Kendinden geçmiş gibiydi Rogojin; sorusunu da bir ilaha sorar gibi tam bir boyun eğerlik içinde sormuştu; ama aynı zamanda yitirecek hiç bir şeyi olmayan bir idam mahkumunun cesareti duyumsanıyordu sesinde. Kahredici bir keder içinde bekliyordu gelecek yanıtı.
sf. 164

* Birini metresi olduğunu bile bile kendisiyle parası için evlendiğimi gizlemiyorum diye beni alçak olarak görüyor ve bir başkasının kendisini çok daha alçakça aldatabileceğini bilmiyor. Oysa neler yapmazlar kendisine! Liberal-ilerici ağızlar kullanarak birtakım kadın sorunlarını dile getirip, böylece dizginlerini ele geçirmek mi istersiniz... Sanırım böyle kuyruk sallayamadığım için beğenilmiyorum ben. Ama böyle yapmak gerekmiş.
sf. 174

* Param olduğunda, benim de son derece orijinal biri olduğumu göreceksiniz. Paranın en bayağı, en iğrenç yanı insana yetenek bile verebilmesidir. Dünya batana kadar da vermeye devam edecektir.
sf. 177

* Tüm yaşamımı pamuk ipliğine bağlar gibi tek bir sözcüğe bağlamamdan daha ciddi ne olabilir?
sf. 213

* Sana gelince; Ganeşka, Aglaya Yepançina'yı da elinden kaçırdığının farkında mısın? kendisiyle pazarlık yapmasaydın, sana varırdı! Ama işte hep bu hatayı yapıyorsunuz... Ya namuslu kadınlarla ilişkiniz olacak, ya namussuzlarla; ikisinden biri! Yoksa karıştırırsınız...
sf. 229

* Evet, kalpsiz biri değil, ama ne büyük bir talihsizlik ki, bir dolandırıcı ve bir sarhoş... ve bütün ayyaşlar gibi vidaları tümden gevşemiş, bu denli gıcırdaması bundan.
sf. 258

* Bunlara inanıyorum, bunları yorumluyorum. Yoksul ve çıplağım çünkü; beşeriyet kasırgasının ortasında sefil bir toz tanesiyim.
sf. 262

* ''Senin aşkın kinden ayırt edilemiyorsa elden ne gelir?'' dedi Prens gülümseyerek. Hele aşk geçtiği zaman, geriye yalnız kin kalacak ki, asıl felaket o zaman başlayacak... Bunu böylece bilesin, Parfon, kardeşim.
sf.276

* General bütün sarhoşlar gibi son derece duyguluydu ve bütün düşmüş ayyaşlar gibi mutlu geçmişine ilişkin anıları kolay kaldıramıyordu.
sf.312

* Çoşkulu, kendini kolayca kaptırıveren bir kadındı Lizaveta Prokovyena; uzun boylu düşünmeden, havanın nasıl olacağını araştırmadan, bir anda demir aldığı gibi açık denizlerin yolunu tutardı.
sf. 331

* Deliler! Baştan çıkarılmış küçücük bir kızı lekelenmiş sayan toplumu vahşilikle, insandışılıkla suçluyorsun... madem toplumun bu kızı incittiği, üzdüğü kanısındasın, öyleyse ne diye gazetelerinle kızcağızı bu vahşi toplumun önüne çıkarıyor, sonra da bu yaptığından o kızın incinip üzülmemesini bekliyorsun?............Burnu büyüklük ve gurur öylesine kemirmiş ki içinizi, bir gün birbirinizi yiyeceksiniz!
sf. 359

* Biliyor musunuz, on sekizimde değilim ben... Şu yastığa o kadar çok başımı koydum, şu pencereden o kadar çok baktım, her şeye ve herkese dair öyle çok düşündüm ki... Bilirsiniz, ölülerin yası olmaz. Geçen hafta, gecenin bir vakti uyanıp bunu düşündüm. En çok korktuğunuz şey ne sizin, biliyor musunuz? bizi hor görmenize karşın, bizim içtenliğimizden korkuyorsunuz.
sf. 371

* Pencereden Meyer'in duvarına bakarken on beş dakikalık bir konuşmayla herkesi, ama herkesi inandırabilmeyi kurdum hep. Oysa hayatımda tek bir kez bu fırsata eriştim; sonuç ne? Koca bir sıfır! Sonuç; sizin beni hor görmeniz! Aptalın, gereksizin biri olarak görmeniz! Demek, zamanı geldi artık! ardında en küçük bir anı bırakmayı bile beceremedim! Ne bir ses, ne bir iz, ne bir eylem, iş, ne bir düşünceyi, inancı yaymak... Gülmeyin bu aptala! Unutun gitsin onu... unutun gitsin onunla ilgili her şeyi... Unutun lütfen... bu kadar acımasız olmayın, unutun! 
sf. 373

* Bu öyle üzerinde enine boyuna düşünülecek bir ''adım'' değildi; yalnızca karar vermeye bağlıydı: birden her şeyi yüzüstü bırakıp hemen şimdi, hatta kimseyle vedalaşmadan geldiği yere, hatta daha da uzak, ıssız yerlere dönmek için karşı konulmaz bir istek duydu içinde. Çünkü burda birkaç gün daha kalırsa eğer, geri dönülmez biçimde bu dünyanın içine çekilecek, kendini bu dünyaya ait hissedecekmiş gibi geliyordu ona.
sf. 385

* Bir insan ne kadar kibirli olursa, bu kibirin bedeli o kadar yüksek olur onun için...
sf. 400

* Herkes devlete hizmet etmiştir, etmektedir ya da etmek niyetindedir... Peki ama elde bunca zengin malzeme varken nasıl oluyor da bir vapur işletmesine doğru dürüst yöneticiler bulunamıyor.
sf. 404

* Memurlar hiç mi hiç pratik değildirler, bu konuda kimse memurların eline su dökemez; o kadar ki soyut düşünme, pratiklikten uzaklık, gündelik hayata ilişkin bilgilerin yetersiz olması bizzat memurlar arasında yakın zamana dek büyük bir artam, üstünlük olarak görülürdü.
sf. 404

* Yeterince özgün olmamak, dünyanın her yerinde, her zaman işbilir, pratik insanların en önemli artamları, üstünlükleri olarak görülmüştür; insanların yüzde doksan dokuzu (o da en azından) hep bu düşüncede olmuş, yalnızca yüzde biri (o da belki) olaya farklı bakmıştır.
    Buluşlar gerçekleştirenler, dahiler alanlarıyla ilgili çalışmalarının ilk yıllarında (çoğu kez son yıllarında da) toplum tarafından hep birer salak olarak görülmüşlerdir; herkesin çok iyi bildiği, sıradan bir saptama bu.
sf. 404

* Üzerine titrediği oğlu ya da kızı kendine herkesin gittiği yoldan ayrı bir yol tutturan hangi ananın yüreği ağzına gelmez? O yüzden bebeğin beşiğini sallayan her ana: ''Aman kendine özgün bir yol tutturmasın da mutluluk, bolluk içinde yaşasın'' diye düşünür.
sf. 405

* Aslında çok akıllı olmamak, her iş  güç sahibi için değilse de, servet yapan herkes için olmazsa olmaz koşuldur.
sf. 406

* Uzaveta Prokovyevna, ailesiyle ilgili kaygılarının, üzüntülerinin hiç bir ciddi nedeni yoktu; son derece önemsiz bir şeylerin, gülünç denecek düzeyde abartılmasından kaynaklanıyordu bunlar. Burnunda ya da alnında siğil bulunan birinin her kesin siğiliyle uğraştığını, onunla alay ettiğini ve onun yüzünden kendisini kınadığını sanması gibi bir şeydi bu; isterse o bu arada Amerikayı keşfetmiş olsun!
sf. 407

* Lomosov, Puşkin ve Gogol'dan başka tüm Rus edebiyatının, Rus olmadığını söyleyeceğim.
  Rus yazarları içinde bu güne dek yalnız bu üçü kimseden ödünç alınmamış, gerçekten ''kendine'' ait sözler söyleyebilmiş ve böylelikle de ulusal olmuştur. Bir Rus insanı çıkar ve kimseden ödünçlenmemiş, tümüyle kendine ait bir söz söyler, bir şey yazar ya da yaparsa, - isterse Rusça'yı doğru dürüst konuşmasın- söylediği, yazdığı ya da yaptığı şey kaçınılmaz bir biçimde ulusal olur.
sf. 414

* Korkak, korkar ve kaçar... korkan, ama kaçmayan, henüz korkak değildir.
sf. 437


* Bir akşamcı olarak Lebedev ''her akşamki'' halindeydi.
sf .458


* Gerçekliğin her zaman değişmez yasaları varsa da gerçeklik hemen hep gerçeğe uymaz gibi, hatta ona aykırı gibi görünür. Dahası, şunu bile söyleyebileceğim: bir olay ne kadar gerçeğe uygunsa, o kadar gerçekdışıymış gibi görünür.
sf. 464

* Önlerinde bu kadar uzun bir hayat varken insanların nasıl olup da zengin olamadıklarını bir türlü anlayamıyordum (şimdi de anlamıyorum bunu). Tanıdığım bir yoksul vardı, adamın açlıktan öldüğünü duyduğumda kanımın tepeme sıçradığını hatırlıyorum: ihtiyarı diriltmek mümkün olsa, diriltir, sonra da kurşuna dizerdim.
sf. 482

* Kaldırımlarda iki yanımdan akıp giden, her zaman telaşlı, kaygılı, yüzü asık insanlara katlanamıyordum. Neydi bu bitmez tükenmez keder bu insanlardaki, bu kaygı, bu telaş, bu asık yüz ve onun altındaki kötülük (çünkü kötüdür insanlar, kötüdür, kötüdür, kötüdür!) Önlerinde bir altmış yılları olmasına karşın mutsuzlarsa ve yaşamayı bilmiyorlarsa suç kimin?
sf. 482

* Açıklamam eline  geçen ve sonuna dek okuma sabrını gösteren herkes beni ya deli ya lise öğrencisi ya da ve daha büyük olasılıkla -artık resmen benzemeye başladığım- ölüme mahkum biri sanacaktır, oysa yaşamaya layık olan bir tek o'dur: ölüm mahkumu. Çünkü onun dışında hiç kimse yaşamaya zerre kadar değer vermiyor. Herkes  onu çok hafife alıyor; son derece tembelce ve vicdansızca bir yararlanışı var herkesin yaşamdan, bu nedenle de hiç, ama hiçbiri yaşamaya layık değil bu insanların. okurumun yanılgıya kapılmaması                                
için hemen açıklayayım: bu inancımın ölüme mahkum oluşumla hiç ilgisi yok. Mutluluktan ne anladıklarını sorun insanlara. İnanın bana, Kolomb, Amerika'yı bulduktan sonra değil, onu bulurken mutluydu. Mutluluğunun  doruk anı, belki Yeni Dünya'yı bulmazdan üç gün öncesiydi; ayaklanan mürettebatın umutsuzluk içinde geminin burnunu gerisin geri Avrupa'ya çevirmek üzere oldukları an! burada sorun elbette Yeni Dünya değil, yerin dibine batsın Yeni Dünya! Kolomb zaten onu görmeden, hatta bir şey bulup bulmadığını bile anlamadan öldü. Sorun, hayattır; yalnızca hayat; hayatın kendisi, hayatı sürekli ve sonsuz biçimde bulma süreci... onu bulup, sonra da buldum diye noktayı koymak değil.
sf.484

* Her dahice düşünceyi ya da herhangi bir yeni düşünceyi, bunu da bırakın, kafada doğabilecek herhangi bir ciddi düşünceyi, üzerine ciltler dolusu kitaplar yazsanız ve otuz beş yıl bunu durmadan insanlara açıklasanız, yine de kafatasınızdan çıkmak istemeyen ve sonsuza dek sizinle kalacak olan bir yanı kalır bu düşüncenin; böylece de düşünmenizin belki de en can alıcı yanını kimselere aktarmadan ölür gidersiniz.
sf. 484

* İnsanlar birbirlerine zulmetmek için yaratılmıştır.
sf. 485

* Alıngan ve kolay öfkelenen insanlar -özellikle de öfkelerinin doğruğuna ulaştıklarında, ki pek çabuk ulaşırlar bu noktaya- bu hallerinden büyük tat alırlar. O anda aşağılanmış olmak büyük haz verir onlara. Bu insanlar daha sonra, eğer akıllılarsa ve gereğinden on kat daha fazla öfkelenmiş olduklarını anlayabilecek durumdalarsa, kesinlikle çok pişman olurlar.
sf. 489

* Bireysel iyilik her zaman kalıcıdır. Çünkü o bireysel bir ihtiyaçtır; bir bireyin doğrudan bir başka bireyi etkileme konusunda duyduğu ihtiyaçtır.
sf. 494

* Elindeki güç kadar oluyor, insanın isyanı da!
sf. 507

* Edepsizlikle aşırılığın bir son düzeyi vardır ki, fazlaca sinirlenmiş ve kendinden geçmiş bir insan, hiçbir şeyden korkmaz, her tür rezaleti göze almıştır, hatta sevinç bile duyar bu durumdan. İnsanların üzerine atılırken bir dakika sonra kendini çan kulesinden aşağı atmak ve böylece çıkabilecek bütün anlaşmazlıkları çözümlemek gibi pek de belirgin olmayan -ama kesin- bir amaç taşır. Bu ruh halinin belirtilerinden biri fizik gücün tükenmeye başlamasıdır.
sf.507

* Yalan söylediğinde insan ya çok sıradan bir şey uydurur ya da çok eksantrik, ne bileyim, olmayacak bir şey; o zaman yalan daha bir inandırıcı görünür. Öteden beri fark ettiğim bir şeydi bu, ama işte ben beceremedim...
sf.527

* Bize kalırsa yazar sıradanlıklar içinde bile ilginç ve yararlı olanı arayıp bulabilmelidir. Kimi sıradan kişiler, sürekli olarak sıradanlıkları içinde yaşarlar. alışılmışın, sıradan olanın, rutinin dışına çıkabilmek için gösterdikleri onca olağanüstü çabaya karşın, başarılı olamaz bunlar. Kimileri şu ya da bu ölçüde tipik olmayı başarabilirken, özgür, bağımsız olma konusunda en ufak bir yetenekten, olanaktan yoksun olmaları nedeniyle yukarda sözünü ettiğimiz kişilerin sıradanlığın, olağan yaşam çemberinin dışına çıkabilme yolunda giriştikleri bütün çabalar sonuçsuz kalır.
sf. 558


* Bütün romantikliğine karşın skandal çıkmasından korkar. Belli bir çizgiye kadardır sizde her şey, oraya geldiniz mi durursunuz. Siz kadınlar, hepiniz aynısınız!
sf. 569


* Sıradan insanlar diğer bütün insanlar gibi bunlar da iki gruba ayrılırlar: dar kafalılar ve  ''kafası daha çok çalışanlar. İlk gruptakiler her zaman daha mutludur. Dar kafalı bir ''sıradan'' insan için kendisinin sıradışı ve alabildiğine özgün bir insan olduğunu düşünmekten ve en ufak bir kuşkuya kapılmaksızın bunun keyfini sürmekten daha kolay bir şey yoktur. Bir bakıyorsunuz, yüreğinde insanlığın yararına olacak küçücük bir düşünce doğan biri, hemen kendini kimselerin hissetmediği şeyleri hisseden, genel gelişmenin önünde giden biri gibi görmeye başlıyor: ya da her nasılsa herhangi bir düşünceyi benimsemiş ya da başı sonu belli olmayan bir kitaptan bir sayfa okumuş biri, bir bakıyorsunuz bunların ''kendi kafasından doğmuş düşünceler'' olduğuna inanıyor. Burada karşımıza çıkan şeyin adı, tabiri caizse eğer, saflıktaki küstahlıktır ve gerçekten de insana dudak uçuklatan bir düzeydedir.
sf. 559

* (sosyete için) Konukların çoğu, etkileyici dış görünüşlerine karşın bomboş insanlardı; bunlar öylesine kendini beğenmiş insanlardı ki, sahibiymiş gibi göründükleri bir takım güzelliklerin kendilerinin bilinçli çabalarıyla değil, aileden miras yoluyla edinilmiş tümüyle yapay şeyler olduğunun bile farkındda değillerdi.
sf. 642

* Ayağını basacak yeri olmayanın, Tanrısı da olmaz.
   Öz toprağından vazgeçen, Tanrı'dan da vazgeçer!
sf. 655

* Hiç bir şeye şaşmamak, çok akıllı olmanın belirtisidir der; bence aynı ölçüde ve aynı güçte ahmaklık belirtisidir de.
sf. 671

* İnsan açıklama yapmadan ölemiyor bir türlü.
sf. 672

* Bakarsın kederli son günlerini ömrün
   Işığa boğar aşk, bir veda tebessübüyle
sf. 674

* Hiç kimse durduk yerde pencereden atlamaz, Prens. Ama bir yangın çıktığında centilmenin en önde gideni ya da çok saygı değer bir madam kendini pencereden aşağı bırakıverir. İnsan bir kez gereksinim duymaya görsün!
sf. 675

* Sonunda gözlerini kaldırıp Nastasya Fillippovna'nın gözlerinin içine dikti ve dikmesiyle de rakibesinin kin dolu bakışlarının neler gizlediğini bütün açıklığıyla gördü. Kadın, kadını anlamıştı.
sf. 678

* Düşmüş ya da erdemli kadın yoktur, yalnızca özgür kadın vardır.
sf. 688

* Yalan olarak başlayanın yalan olarak bitmesi doğa yasasıdır.
sf. 694

* Amaçları sizi vesayet altına aldırmak: Her şeyinizi... her şeyinizi... daha doğrusu özgürlüğünüzü ve paranızı, yani bizi dört ayaklılardan ayıran başlıca iki şeyinizi, vesayet altına aldırmak.
sf. 703

* Yeter, hayran hayran Avrupa'ya ağız ayırdığımız! Aklımızı başımıza devşirmeyecek miyiz hiç! Unutmayın: Bütün bunlar, bu yabancı ülkeler, bu Avrupa... hepsi birer fantezi... bu yabancı ülkelerdeki bizler de yalnızca birer fantezisiyiz... bu sözüme mim koyun... Göreceksiniz!
sf. 735




16 Ekim 2012 Salı

Piç Güveysinden Hallice / Dizüstü Edebiyatı-Samihazinses / Okyanus Yayıncılık





Adı               : Piç Güveysinden Hallice
Yazar           : Dizüstü Edebiyat-Samihazinses
Çeviren        : -
Sayfa           : 239
Yayınevi     : Okuyanus Yayıncılık
Baskı           : 12. Baskı
Fiyat           : 16,00 TL


* İnsan birini seviyorsa, bu sevginin gerçek boyut ancak ayrılık sırasında anlaşılır misafirlikte sıçıp da sifonu çekip bir türlü gitmek bilmeyen bok gibidir eski sevgili. Varlığını inkar edemediğin, ama görmek dahi istemediğin bir durumdur. Üstelik sadece temel ihtiyacını karşılamak isterken, bir anda "ev sahibine ayıp olur" sıkıntısıyla da baş başa bırakır. Aslında kadınların da sıçabilen varlıklar olduğu gerçeğini öğrendikten sonra, bunun kötü bir şey olmadığını kavrayıp rahatlıyorsun.
sf. 46

* Sevgisi beni korkutuyordu. Bunu, ailesinin evde hayvan beslemesine izin vermediğini söylemesinin ardından beni devamlı evine çağırıp saçımı başımı okşamasıyla da hissetmiştim. 'Evcil hayvan beslemiyorum bari erkek arkadaş besleyeyim' mantığıyla hareket ediyordu. Bu da beni ziyadesiyle korkutmuş ve üzmüştü. İnsanın bir şeyler paylaştığı kişi tarafından bile insan yerine konulmamasıydı beni bu denli hüzünlü yapan. "Biz insan taşıyoruz" diye İ.E.T.T. hariç kimse tarafından insan yerine konulmamaktır bu durum. Orada da zaten yerimizi yaşlı, gazi ve hamile kadınlara veriyoruz.
sf. 48

* Güzel kadınların sevgilisi olmamalı, onlar yalnız kalmalı. Kalmalı ki, ulaşılabilir oldukları gerçeğini biz ark etmemiş olalım.
sf. 48

* Kadın yanında küfürlü konuşulmaz, kaba davranılmaz; kadın asla ve katiyen seks objesi değildir diye sadece kızlı ortamlarda bu çeşit beyanatlarda bulunan arkadaşların, birbirlerini mi siktiklerini hep merak etmişimdir.
sf. 77

* Her güzel şeyin bir bedeli olduğu gibi, eğer daimi seks ve kadın istiyorsan, onun dırdırına ve tribine katlanman gerekir. trip yoksa kadın da yoktur, kadın yoksa seks de yoktur. Bundan dolayı da, yar memesini avuçlamayan eller, kendi sikini avuçlamaya mahkum olur. Belki de erkeklerin cehennemi de budur; mutluluğa sahip olabilmek için mutsuz olmak.
sf. 96

* Birisine gidip "senin ananı sikerim" dediğin zaman, o adam sinirlenip seninle kavga ediyor ve akabinde pırıl pırıl, tertemiz bir dayak yemiş oluyorsun. Ama birine gidip de, "seni seviyorum," deyince, o insan da sizi sevmiş olmuyor.
sf. 147

* Erkek olmanın en güzel yanlarından biri buydu; yapacak hiçbir işin oladığı zaman, masturbasyon yaparak bir iş edinebiliyordun kendine.
sf. 159

* Kadınlar işini biliyordu; ya yanında sevgilisi olana yazıyorlardı ya da en zararsız, en kötü durumda olana. Sevgilisi olanan daha evvel test edilip onaylandığı için rağbet vardı. Hele erkeğin yanındaki kız çekici ve güzelse, bu erkek için diğer kadınların gözünde ekstra puan demekti. Bitik durumdaki birini seçmelerinin nedeni de bütün ipleri kendi ellerinde bulundurma ilişkide iktidar sahibi olma isteğiydi. Çünkü kötü durumdan kendisi sayesinde kurtulacağına inandırabilirse erkeği, o erkek için bir tanrıçaya dönüşüyordu. Acıydı, ama gerçek ve mantıklıydı.
sf. 162



1 Temmuz 2012 Pazar

Yüz Yüze / Cengiz Aytmatov / Elips Kitap






Adı               : Yüz Yüze
Yazar           : Cengiz Aytmatov
Çeviren        : -
Sayfa           : 64
Yayınevi     : Elips Kitap
Baskı           : 3. Baskı
Fiyat           : 3,00 TL


* İnsan birini seviyorsa, bu sevginin gerçek boyut ancak ayrılık sırasında anlaşılır.
sf. 18

* Seyde aslında, kalın kirpikli, sert bakışlı bir kadındı ama o anda yalnız kadınların gözünde ifadesini bulan, üzgün, aynı zamanda hem yumuşak hem dokunaklı idi bakışları.
sf. 24

* Fırtınadan dalları kopmuş, gövdesi kırılmış bir ağaca benziyordu.
sf. 27

* Sis, hastaymış da daha yukarılara çıkmaya gücü yetmiyormuş gibi solgun bir beyazlık içinde vadiler üzerinde tarazlanıp kalmıştı.
sf. 49

* Sobayı yakacak gücü bile kalmamıştı. Evin içi de tıpkı onuın içi gibi soğuk ve sıkıntılıydı.
sf. 50

* Madem ki hayvan gibi yaşıyorum, yapılacak tek şey kalıyor, o da hayvan gibi hareket etmek!
sf. 52

* Herkes ancak dişleyebildiği, koparabildiğini yer!
sf. 52

* Halkını felaket içinde bırakıp giden bir insan, istese de istemese de onun düşmanı olur...
sf. 53

Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek / Cengiz Aytmatov / Elips Kitap







Adı               : Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek
Yazar           : Cengiz Aytmatov
Çeviren        : -
Sayfa           : 127
Yayınevi     : Elips Kitap
Baskı           : 4. Baskı
Fiyat           : 5,00 TL




Yıldırım Sesli Manasçı;

* Bu sırada o mavi göl muazzam kayalar kaosunun ve kar yığınlarının arasından gökyüzünü inceliyor, suyun karanlık derinliklerini kucaklıyor ve canlı bir vücut gibi yumuşak, güzel ve yavaş hareketli dalgalarından oluşan      kaslarını şişiriyordu. Amaçsız doğan ve ölen dalgalardı bunlar.
sf. 18


Dünyada, insan hafızası zamana meydan okur. İnsanın kendi hayatı, göz açıp kapayıncaya kadar geçen zaman kadar kısadır. Ölümsüz olan düşüncedir, fikirdir. Ve bu fikirler insandan insana geçer.
sf. 21

* Bizi affedin göçmen kuşlar! Yaptıklarımız için bizi affedin! Yapacaklarımız için de affedin bizi. İnsanların niçin böyle yaratıldıklarını ben size anlatamam ve siz de anlayamazasınız. Yeryüzünde nice nice insanların niçin öldürüldüğünü, daha nicelerinin niçin öldürüleceğini anlayamazsınız...
sf. 25

Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek;

* Deniz, insanları hiç sevmez, çünkü insanoğlu denizden çok karaya bağlı...
sf. 32

* İnsan bu hayata çok küçük yaşta başlamalı, alışmalıdır. Bunun için eskiler ''Aklı Tanrı verir, ama beceri çocukken öğrenilir'' demişler.
sf. 35

* Büyük deniz buydu demek. Böyle görkemli bir manzara ile karşılaşacağını hiç düşünmemişti Kiriks. Her yer su idi. Kımıldayan, ağır mı ağır bir su. Ansızın doğan ve hemen ölen dalgalar, sonra karanlık, dipsiz, kaygı verici bir derinlik, gökyüzünde ise erişilmez yükseklikte uçuşan beyaz bulutlar... Başka hiç bir şey yok. Bütün dünya tek bir deniz olmuştu: Ne kışı ne de yazı var, ne bir tepesi ne de vadisi...
sf. 43

* Çocuk, kara ile denizin farkını da anlıyordu şimdi; insan karada olunca karayı hiç düşünmez, ama denizde olunca, denizden başka bir şey düşünemez.
sf. 44

* İnsan düşünürdü, düşüncesiyle denizin ve göğün yüceliğine erişirdi. Ve yüce düşüncelerinde, doğa güçleriyle evrenin derinliği ve yüksekliği ile bir tutardı kendini. İşte bu yüzden insan, yaşadıkça, deniz kadar, gökyüzünün sonsuzluğu kadar yüce ve güçlü olacaktır. Çünkü düşünceler sonsuzdur.
sf. 50

* Bu deniz benim kaderim
   Bu sular gözyaşım.
sf. 52

* Normal bir düş, sonradan hatırlansa bile az zamanda unutulur giderdi.
sf. 56

* Nasıl oluyordu bu? İnsanın düşünde arzularına kavuşması gerçekten imkansız mıydı? Kim hükmediyordu buna? Bütün bu olayların ardında kim vardı, ne vardı, ne demek istiyordu?
sf. 58

* Eskiden övündüğü nesi varsa hepsi yok olup gitmişti ve ölüm hiç de uzak değildi artık. Ama göğüsünde ki yüreği yine gençlik yıllarındaki arzularla, tutkuyla çarpıyor, gönlü kocamıyordu. Ne büyük bir felaketti gönlün hiç yaşlanmaması!
sf. 58

* Bir ara hava hafifçe aydınlandı, denizin ta bir ucunda, belki dünyanın öbür ucunda, güneş kendini gösterdi.
sf. 70

* Sis dağılmıyor, dağılacağa benzemiyordu. Kımıldamıyordu bile. Sanki, havsala almayacak derecede büyük bir dev, dünya dışından gelmiş, soludukça insanın içine işleyen bir nem çıkaran korkunç bir yaratık, yeri, göğü, denizi, bütün evreni yutuvermişti...
sf. 84

* İnsan mantığının kabul ettiği bir şeyi vücudu kolay kolay kabul edemez.
sf. 91

* Çürümekte, ölmekte olan bir ağacın kökleri üzerinde hala dik durmasını gibi duruyordu...
sf. 92

* Sessizlik de donup kalmıştı sanki. Baş ağrıtan, kulak ağrıtan korkunç sessizlik!
sf. 95

* Koca bir denizin ortasında susuzluktan ölüp gitmek korkunç bir şeydi.
sf. 95

* İyi bir köpek, ıssız bir yerde, kimseye görünmeden geberir.
sf. 100

* Babasına benzemekten övünç duymuş, onu taklit etmiş, onun gibi olmayı hayal etmişti her zaman. Ama şimdi anlıyordu ki babası kendisiydi, kendisinin bir başlangıcı, kendisi de onun bir devamıydı.
sf.115

* Talih vardır güldürür, talih vardır öldürür.
sf. 124


Hapiste Yatacak Olana Öğütler / Tuncay Özkan / Cumhuriyet Kitapları






Adı               : Hapiste Yatacak Olana Öğütler
Yazar           : Tuncay Özkan
Çeviren        : -
Sayfa           : 147
Yayınevi     : Alfa Yayıncılık
Baskı           : 6. Baskı
Fiyat           : 12,00 TL




* Düşünce suçlusu için: Düşünen, ifade eden, karşı çıkma hakkını kullanan insanın var olma diyetidir hapis.
sf. 17

* Mezarlıkta korku olmaz.
sf. 19


* Mahkûmun kötüsü derdini ya mübaşire ya gardiyana anlatandır.
sf. 21

* Cezaevi olanaklar ile kültürlerin çatıştığı bir yerdir. Siz olanaklara göre evrileceksiniz. Yoksa yok olursunuz.
sf. 24

* Unutmayın mezarlıklar temiz ve gösterişli olmalı. Koğuşunuz temiz olmalı ki, ''cesediniz'' yakışıklı görünsün!
sf. 26

* Bir arkadaş her banyo ve çamaşırdan sonra havluyu atar, erkeklik organını kameraya sallardı. Müdür ''Ayıp oluyor. Memura hakaret, lütfen yapmayın'' demek zorunda kaldı.
sf. 34

* Cezaevinde yemek değil ömrünüzü yediğinizi aklınızdan çıkarmayın.
sf. 45

* Çok başarılı ve yetkin bir insan, hapiste geleceğinin yok edildiğini düşünürse kanser olur. Onun için tavsiyem, geleceğinizin güzelliğine inanın. Özgürlük ve barış için kavganızı sürdürün. Beden ve ruh sağlığınızı koruyun.
sf. 74

* Yaşar Ağabey (Yaşar Kemal) anlatmıştı. Paris'te Nazım Hikmet, vasiyetini söylemiş ona:
   ''Yaşar, ben ölürsem ve bizimkiler iktidara gelirse üç vasiyetim var:
   1-Bursa Cezaevi Müdürü İzzet Rıza Akçal'a bizim çocuklar iktidara gelince dokunmasınlar. O, beni cezaevinden otele çıkardı. Tedavimi yaptırdı. Yoksa ölürdüm. Onun sayesinde yaşıyorum.
   2-Eşlerimi ve çocuğumu muhannete muhtaç bırakmasınlar.
   3-Bizim bayrağımız çok güzel. Dünyanın en güzel bayrağı, ona orak çekiç filan katmasınlar. Böyle kalsın''
sf. 74-75

* Tecritte günü yakalamanın geleceği yakalamak olduğunu anladım. Onlar haklıymış. Geleceği alkışla karşılamak lazım. Hem de her gece.
sf. 109

* Hastahanede doktorsuzluk neyse, hapiste avukatsızlık da odur.
sf. 111

* Birol Başaran, bir volta zamanında, niye dönüp duruyorsunuz sorusuna , fıkralı bir yanıt verdi:
   Köylü, su değirmenine eşeği bağlamış. Eşek hiç durmadan dönüyormuş. Bir şehirli ''Yahu demiş; bu eşek hiç sağa sola neden kaçmıyor? Neden durmuyor?'' Köylü; yanıtı yapıştırmış: ''sendeki akıl onda ne gezer beyim!''
sf. 113-114

* Güzel olan zor elde edilir!
sf. 123

* Lümpen Almanca bir sıfattır. Toplumsal sınıf bilinci olmayan, içinde bulunduğu toplumun kültürüne yabancı düşen, sözde bilgili tutum ve davranışlarıyla itici olan demektir. Serseri halinde olmak demektir.
sf. 125

* Gazete kağıdı aynı zamanda yemek masasının masa örtüsüdür. Magazin bölümlerini severseniz iştah açıcı etkisi vardır. Diyet yapanlar üçüncü ve birinci sayfaları serebilir.
sf. 134

* Dış iletişimde önemli araçlardan biri televizyonların SMS hatlarıdır. Alt yazıda aileler, dostlar mesajlarını iletirler, müzik kanalları amaca çok uygundur. Hele ziyaret sonrası ailelerin sağ salim ulaştıkları haberi buralardan alınır.
sf. 144




Ekmek Arası ( Ham on Rye ) / Charles Bukowski / Metis Yayınları






Adı               : Ekmek Arası ( Ham on Ray )
Yazar           : Charles Bukowski
Çeviren       : Avi Pardo
Sayfa           : 223
Yayınevi     : Metis Yayınları
Baskı           : 6. Baskı
Fiyat           : 14,45 TL




* Babam insanlardan hoşlanmazdı. Benden de hoşlanmıyordu. ''Çocuklar görünmeli, ama sesleri çıkmamalı'' derdi bana.
sf. 10

* Durgun sular derin olur.
sf.14

* Başka çocuklarla oynamama izin yoktu. ''Kötü çocuklar onlar'' derdi babam, ''fakir ailelerin çocukları''. ''Evet'' diye katılırdı annem. Annemle babam zengin olmayı arzuladıklarından kendilerini öyle görüyorlardı.
sf. 18

* Zarfı eve götürüp annemin eline tutuşturdum ve yatak odasına gittim. Yatak odama. Yatak odamın en iyi yanı yatağımdı. Saatlerce yatakta yatmaya bayılır, bazen gündüzleri de yorganı çeneme kadar çekip yatardım. Güzeldi yatağın içi, hiçbir şey olmazdı orda, insan yok, hiçbir şey yok.
sf. 27

* Annem birkaç kez gündüz yatarken yakalamıştı beni. ''Henry, kalk! Bir çocuğun bütün günü yatakta geçirmesi doğru değil! Hadi kalk! Bir şeyler yap!''
   Ama yoktu yapacak bir şey.
sf. 27

* Anlaşılır gibi değildi. En yoksul okullardan birine gidiyorduk, en yoksul ve cahil aileler bizimkilerdi, kötü besleniyorduk, ama diğer ilkokullardaki çocuklardan daha iriydik. Korkarlardı bizden.
sf. 34

* Annemin bir deliği, babamın ise sıvı püskürten bir kamışı vardı. Nasıl oluyor da böyle şeylere sahip olup her şey normalmiş gibi davranabiliyorlardı, havadan sudan konuşurken arada bu işi yapıp kimseye anlatmıyorlardı? Babamın sıvısından olduğumu düşündükçe kusacak gibi oluyordum.
sf. 38

* Şalgamdan kan çıkaramazsın.
sf. 43

* Çalışmaktı önemli olan. İnsana bir fırsat tanınması yeterliydi. Birileri fırsatların kime tanınacağını denetliyordu sürekli.
sf. 45

* Sadece benim semtimdeki babalar işsizdi belki de. Borsanın çöktüğünü duymuştum. Kötü bir anlama geliyordu bu. Ya borsa sadece benim semtimde çökmüşse!
sf. 60

* Eve yürümeye başladım. İstedikleri buydu demek: yalanlar. Harikulade yalanlar. Buna ihtiyaçları vardı. İnsanlar ahmaktılar. Kolay olacaktı benim için.
sf. 63

* Kötülerden biri addedilmek hoşuma gitmişti, kötü olduğumu hissetmek. Herkes iyi olabilirdi, iyi biri olmak cesaret gerektirmiyordu. Dilinger cesurdu. Ma Barker o adamlara makineli tüfeğin nasıl kullanılacağını öğreten müthiş kadındı. Babam gibi ahmak olmak istemiyordum. O kötü geçiniyordu sadece. Kötüysen kötü rolü yapman gerekmez, kötüsündür. Kötü biri olmak hoşuma gidiyordu. İyi olmaya çalışmak hasta ediyordu beni.
sf. 70

* Biri bana çirkin olduğumu söyledikten sonra gölgeyi güneşe, karanlığı ışığa yeğler olmuştum.
sf. 70

* Fıçıdan fıçıya gidiyordum. Sihirli bir şeydi içki. Neden kimse söylememişti bunu bana? İçki ile hayat harikulade, insan mükemmeldi, kimse rahatsız edemezdi onu.
sf. 72

* İnsanları uzaktan izliyordum, bir sahne oyunu izler gibi. Onlar oynuyordu ve ben tek seyirciydim.
sf. 93

* İlk gün bisikletlerimizle gidip onları park ettik. Korkunç bir duyguydu. Çocukların çoğu, en azından üst sınıftakiler, kendi arabaları ile gelmişlerdi. Üstü açık, parlak sarı, yeşil, portakal renkte arabalar. Siyah ve lacivert değildiler.
sf. 95

* Yoksulları kobay olarak kullanıp, yöntem başarılı olursa zenginlere uyguluyorlardı. Yöntem başaralı olmamışsa başka yöntemlerin denenebileceği başka yoksullar vardı.
sf. 104

* Babaannemin siğilleri çoğalmıştı ve daha şişmandı. Yılmaz bir görünümü vardı, hiç ölmeyecekmiş gibi. O kadar yaşlanmıştı ki ölmesinin bir anlamı kalmamıştı.
sf. 107

* Bir kaç yıl önce dinle ilişkimi kesmiştim. Gerçek olduğunu varsayarsak insanları aptallaştırıyor veya aptalları çekiyordu. Gerçek değilse, aptallar daha aptaldılar.
sf. 107

* Baron hakkında yazarken kendimi iyi hissediyordum. Birine ihtiyaç duyuyordu insan. Etrafında öyle biri yoksa onu sen yaratmak zorundaydın, olması gerektiği gibi birini yaratırdın. İnsanın kendini aldatması, hile yapması gibi bir şey değildi bu. Aksine yapmak, etrafında Baron gibi biri olmadan yaşamak kendini aldatmak olurdu.
sf. 113

* Turgenyev çok ciddi bir yazardı ama beni güldürüyordu, çünkü bir gerçekle ilk karşılaşma gülme duygusu uyandırıyordu insanda. Başka birinin gerçeği sizin de gerçeğinizse ve o bunu sizin için dillendiriyorsa müthiştir.
sf. 116

* Nefret ediyorsan yalvarmazsın...
sf. 117

* Kelebeklerin ve arıların arzuladığı bir çiçek olmak varken, sinekleri cezbeden bir bok parçasıydım.
sf. 118

* Birine bir kez vurabilmişsen ikinci kez de vurabilirdim.
sf. 120

* Bir ahmak bağışlanabilir çünkü sadece bir yönde gider ve kimseyi aldatmaz. Aldatanlar üzüyor insanı.
sf. 122

* Başkaları ile rahat ilişki kurmak asla mümkün olmayacaktı benim için. Rahip olurdum belki. Tanrı'ya inanıyormuşum gibi görünüp aralarına sızacaktım. Kimse canımı sıkmayacaktı. Hücrelerden birine inip aylarca meditasyon yapar, kimsenin yüzünü görmek zorunda kalmazdım, şarap yollamaları yeterliydi.
sf. 127

* Zengin çocukların aileleri daha vatanperverdiler çünkü ülke elden giderse kaybedecekleri çok şey vardı. Yoksul aileler daha az vatanperverdiler, bazen kendilerinden beklendiği için veya öyle yetiştirildikleri için vatanperverlik gösteriyorlardı.
sf. 130

* Albay Sussex de kimdi? Herkes gibi sıçmak zorunda olan biri. Herkes sisteme uyup içine girebileceği bir kalıp bulmak zorundaydı. Doktor, avukat, asker -ne olduğu mühim değildi. Kalıbını bulduktan sonra ileri doğru gitmeye çalışıyordun. Sussex de herhangi biri kadar çaresizdi. Ya bir kalıp bulurdun kendine, ya da açlıktan ölürdün.
sf. 135

* Bir işi bedava yapacak birini bulursan, ortalıkta dolanmaktan başka bir işe yaramayan biri çıkar karşına.
sf. 140

* ''Neden bütün kadınların nefis vücutları yok?''
   ''Tanrım, bilmiyorum. Bütün kadınlar aynı olsalardı sıkılırdık onlardan belki de.''
sf. 144

* Sarhoş olmak güzeldi. Sarhoş olmayı hep sevmeye karar verdim. Sıradanlığı alıp götürüyordu, sıradanlıktan yeterince sık uzaklaşabilirsen sıradan olmazdın belki.
sf. 145

* Peki, diyordum kendi kendime, bir iş buldun. Ömür boyu böyle bir işte mi çalışacaksın? Bu yüzden banka soyuyordu insanlar. Yapmak zorunda kaldıkları işler küçük düşürücüydü. Neden allahın cezası bir konser piyanisti veya yargıç değildim? Çünkü eğitim gerekiyordu ve eğitim parayla sağlanıyordu.
sf. 163

* Tekdüze yerlerde çabuk yayılır haberler.
sf. 168

* ''Siz Bay Chinaski olmalısınız?''
   ''Evet''
   ''Bir düğüne ya da bir cenazeye yarım saat geç kalır mıydınız?''
   ''Hayır''
   ''Neden, lütfen nedenini açıklayınız?''
   ''Benim cenazem söz konusu ise zamanında orda olmam gerekir. Düğün benim düğünümse zaten cenazem demektir.''
sf. 174

* Ne yıldırıcı bir dünyada yaşıyorduk. Her etrafında seni nefes bile almadan haklamaya hazır birileri vardı.
sf. 179

* İnsanın gerçekten inanmadığı ve anlamadığı bir tezi savunurken daha inandırıcı olabiliyor.
sf. 184

* İnsanın kendini sonsuza dek sersem ve yararsız hissetmesini engelleyen tek şeydi içki.
sf. 190

* ''Seni ne zaman görsem elinde içki var. Sen buna kendini korumak mı diyorsun?''
   ''Bildiğim tek yol bu. İçki olmasaydı boğazımı çoktan kesmiştim.''
   ''Palavra''
   ''İşe yarayan hiç bir şey palavra değildir. Persing Meydanı'ndaki vaizlerin kendi Tanrı'ları var. Kendi tanrımın kanını içiyorum ben.''
sf. 202

* Savaşta ölmek savaşların çıkmasını engellemiyordu.
sf. 207

* Küçük bir odada içki ve sigara içerek yalnız olmak güzeldi. İyi eşlik etmişimdir kendime hep.
sf. 215



24 Nisan 2012 Salı

Kovulmuşların Evi / Ali Ayçil / Timaş Yayınları





Adı               : Kovulmuşların Evi
Yazar           : Ali Ayçil
Çeviren      : -
Sayfa           : 109
Yayınevi     : Timaş Yayınları
Baskı           : 4. Baskı
Fiyat           : 9,00 TL


* İnsanın en dürüst anları, kendisine kendisinden başka kimsenin kalmadığı anlardır. Böyle anlarda vicdanın azabıyla da konuşabilir insan, azap çeken vicdanıyla da...
sf. 8

* Biliyorum ki insan, ölünceye kadar kendi cevapsız sorusunun çengelinde asılır, ölünceye kadar kendine mağlup olur.
sf. 13

* Bazen, daha sabahleyin kalkar kalkmaz buruşmuş buluyorum dünyayı. Öylesine suya koyulmuş ve konulduğu bardağın içinde unutulmuş bir çiçek sapı gibi, rengi atmış yapraklarımın arasında bükülüp duruyorum; ruhumu bir türlü çıkaramıyorum kapandığı evden.
sf. 14


* Bazen gidecek hiçbir yerim olmuyor benim, bir korkuluk gibi dikilip duruyorum insanların ortasında.
sf. 15

* Yoksunluk zamanlarının ruh halini bilirsiniz; insan kendini günlerin akışına bırakır, dünya yavaş yavaş emrini yürütür ve siz narkoz almış bir hasta gibi, başınızdan geçenleri bir başkasının başından geçiyormuş beyhudeliği ile seyredersiniz.
sf. 26

* Dünyanın renklerinden soğumaya başladığımızda, konacağı yeri kestiremeyen karasız bir yaprak hafifliğiyle savrulur dururuz kaldırımlarda. Oysa hayat işini bilen bir tüccardır; kendisine karşı duyduğumuz hevessizliğin bir kopmayla sonuçlanmaması için hemencecik başka bir rafının önüne çeker bizi.
sf. 35

* Biliyor musunuz, dünyada en rahat işgal edilen hayat, körü körüne geçmişine bağlı insanların hayatlarıdır. Onlar eski bir zamanın sırtlarında uykuya çekilirken, dünyanın akan ırmağı altlarındaki toprağı söküp götürüverir. Ve zaman onları hiç sevmeyecekleri yeni, bambaşka bir hayatın kucağında uyandırır.
sf. 43

* Uzun, sıcak günlerin beyhudeliğiyle iki mevsim arasındaki belirsiz köprüden geçip güze vardığımızda, anlarız ki yaz yalnızca bir ihanetmiş: Tabiatın bu büyük solgunluğuna, bu büyük can çekilmesine, koca bir kış ölüsünün uzatılacağı bu musallaya bizi hazır etmek için, uzunca bir süre kalbimizi oynaş tutan bir sadakatsizin tekiymiş yaz...
sf. 53

* O sakin yüzde hiç belli etmeden ekin tarlaları yeşerir, harmanlar kaldırılır, koca bir bağ bozulur; ama o yüz ne hevesini ne de kuruntusunu ele verirdi. Yekpare bir zaman aynasına benzerdi onun yüzü. Annemin yüzünün tam karşısında, iki ablamın ve sürekli evimize girip çıkan komşu kızlarının yüzleri dururdu. Bu acemi kızları nasıl da çabuk avlardı mevsimler. Üzerinde gölge oyunu oynayan bir perde gibiydi onların yüzleri: Açılır ve kapanırlardı; yumuşar ve sertleşirlerdi; kaybolur, sonra yeniden bulunurlardı...
sf. 71

* Tabirlerden çıkmayan bu kadınlar bize, gelecek perdemizi akılla yırtamayacağımızı; insanın kendi geleceği karşısında nasıl da yalnız ve çaresiz kaldığını; bütün yaşayacaklarımızın bir yerlerde kayıt altına alındığını işaret ederler. Bir de, rüya gibi bir hayatı olmayanların pek çoğunun, rüyalarından başka bir hayatlarının olmadığını...
sf. 76

* Alelade müziklerin, ölüm sahnelerinin, çıplak görüntülerin, hırçınlığın ve telaşın boca edildiği küçük kelepir evlerde, bu her şeyi bilen insan yavrularının aklı karanlık bir ormana dönüyor oysa. Bir gün onları kendi bedenleriyle hayatın içerisine bıraktığımızda, izledikleri filmlerin korkularına benzer bir korku, oynadıkları elektronik oyunların heyecanına benzer bir heyecan bulamadıkları için, bu tekdüze dünyadan öç almayı deneyecekler. Ya fazlasıyla içlerine kapanarak yapacaklar bunu, ya fazlasıyla saldırganlaşarak. Adını çocukluk koyduğumuz o büyük uygarlık, büyüklerin sorumsuz zevkleri tarafından işgal edildikçe, soyumuz daha bir vandallaşacak...
sf.81

* Yıllar boyunca sıcaklığına tutunduğumuz eşya, bizi kendi ismimizle, kendi bedenimizin sıcaklığıyla baş başa bırakıyor nihayet. Anlıyoruz ki, helak olmak için ille de gökten büyük bir cezanın inmesine gerek yokmuş. Hiç belli etmeden, küçük küçük de gelebilirmiş helak. Anlıyoruz ki, bizim helakimiz, kendimizden başkası değilmiş...
sf. 82

 
* "Biz, babamızla oğlumuz arasında, yalın bir aracıyız aslında. Hatırlananla, hatırlayacak olan arasında bir boşluk. O boşluğu yalnızca kadınlar doldururlar, biz kendi hayatımız zannederiz..."
sf. 84

* Acemi bir hayal kurucu olarak takılıp kaldığım yerde, bir ateşböceği gibi yalnızca kendisi için yanıp sönmek elbette gücüme gidiyordu...
sf. 89

* Şu kocaman dünyanın, aslında insanın kendi küçük çevresinden çok daha fazlasını barındıramadığına, barındıramayacağına inanıp, hayatı hep uzak bir yerde arama gafletinden kurtulabilirdim. "İnsan daha başlangıçtan itibaren, kendinde durmayı bilmeli" diye geçirdim içimden. "Çünkü kendinde durmayanın bir adresi yoktur. Ve eğer insan kendisini bir adres olarak gösteremiyorsa, ona postalanacak bütün mektuplar, bir kere bile açılmadan geri dönerler."
sf. 93

* Tarih, yani çulluklar gibi kanadını yıllara çırpıp duran o sahtekar yosma, hiç boşuna uğraşmasın cesaretle mazgallara tüneyen korkaklık arasındaki farkı anlatmaya. Uğraşmasın, çünkü ben, cesurun kanından sızan katili de, korkağın göğsünde saklanıp duran zanlıyı da, ilk insanın oğullarından beri tanıyorum. Herkes, kendi faniliğine bahaneler aradı bunca zaman; bazen katil koydular o faninin adını, bazen fatih, bazen hekim, bazen rençper ve aşık...
sf. 105

Piruze-Şam'da Bir Türk Gelin / Sinan Akyüz / Alfa Yayıncılık









Adı               : Piruze-Şam'da Bir Türk Gelin
Yazar           : Sinan Akyüz
Çeviren      : -
Sayfa           : 453
Yayınevi     : Alfa Yayıncılık
Baskı           : 3. Baskı
Fiyat           : 19,00 TL



* Artık bir aşık gibi hayalci değilim. Bir sümbül gibi üzüntü damlaları dökmüyorum. Uzunca bir süre geleceği hayal bile etmedim. Tam aksine geçmişi hatırlamak istedim. Hüzün sanki güzelliğime yaraşan bir şiir oldu.
sf. 5

* Aşk önce birleştirir, sonra ayırır. Yoksa başka nasıl büyürdük ki.
sf. 100


* Şeytanın baş döndüren şarabı gibi. İlk önce bizi aşklarıyla sarhoş edip başımızı döndürüyorlar, sonra da bizi, sızıp kaldığımız yerde terk edip gidiyorlar. Halbuki erkekler bilmiyorlar ki; aşk sarhoşluğuyla kafayı bulmuş kadınlar sağa sola yalpa vururlar. Bazen biz kadınlar yola yıkılırız, çamurun içine düşeriz.
sf. 135

* Artık ben, kırık bir aynadan başka bir şey değildim. Sanki her parçam, kendi hayatını yaşamaya gitmişti.
sf. 145

* Beden kadife bir elbiseye benzer. O kadife elbise bedene el değdikçe, ruh kendisini bulur. Beden kanlanıp canlanır. Ama gel gör ki, erkekler bu kadife elbiseli bedeni okşayacaklarına, gidip bu elbiseyi giyen başka bedenleri ararlar. O bedeni okşarlar. Bu beden anneleri de olabilir, sevgilileri de.
sf.171


* Bozulanlar, değişenler bedene ait duygularımız, huylarımızdır. Değişimin yaşandığı yer bedendir. Ölümsüz olan ruh ise hiç değişmez, başka bir şeye dönüşmez. Çünkü o ruh başka bir yere aittir.
sf. 172


* Su, susuzluktan deli olmuş bir kişinin gözü önünde ve kendisi de su içinde, fakat akıp giden sudan haberi bile yok.
sf. 276


* Meğerse aşk aklının ayağı yokluk deryasının içinde kırıkmış. İşin doğrusu aşkın bir mezhebi de yokmuş. Hatta aşkın mezhebi yetmiş iki dinden bile ayrıymış.
sf. 333


* Zaman içinde öğrendim ki, etrafımızda bir sürü sahte büyücüler yaşarmış. meğerse biz kadınlar da, o sahte büyücü heriflerin en sadık ve en aptal müşterileriymişiz. Onlardan ay ışığının altında saf aşk satın alırmışız. Satın aldığımız bu saf aşkın bedelini de kalbimizi onlara vererek ödermişiz. Sonra bir gün gerçekler ortaya çıkar ve bir de bakarız ki, büyüsüne kapıldığımı adam, kalbimizi paramparça etmiş, bizi yüzüstü bırakıp kaçmış.
sf. 399


* Bazı hayatlar zaman içinde bağlıdır birbirine. Çağlar içinde yankı bulan, eski bir çare ile zincirlidir ötekine.
sf. 399


23 Nisan 2012 Pazartesi

AZ / Hakan Günday / Doğan Kitap








Adı               : Az
Yazar           : Hakan Günday
Çeviren      : -
Sayfa           : 360
Yayınevi     : Doğan Kitap
Baskı           : 1. Baskı
Fiyat           : 19,00 TL


* '' Yatırcalı piç gebermiş!''
   Uyanmıştı. Ama uykusu her nereye gittiyse, peşinden gitmek için canını verirdi.
sf. 17

* Keşke ''Velini çağır!'' diyebileceği bir okulda çalışıyor olsaydı. Ama bu okuldaki öğrencilerin velileri genelde ellerinde AK-47'lerle gelir ve ''Sana iyi bakıyor muyuz, hoca hanım?'' diyerek, istedikleri anda kötü de bakabileceklerini belirtirlerdi.
sf. 18

* Derdâ'nın Babası yoktu. Gitmişti. İstanbul'a. On iki yıl önce. Annesini hamile bıraktıktan dört gün sonra. Bir daha da dönmemişti. Ama en azından insaflı davranmış ve karısını yalnız değil, hamile bırakmıştı. Allahın, imanın ve iki şahidin huzurunda evlenmişler, dolayısıyla herkes gidince geriye bir de Allah kalmıştı. Onun da kadına yararı, ancak hayatının sonunda olacaktı. Çünkü tek duası şuydu: ''Allah canımı alsa da kurtulsam!''
sf. 23

* Köyün bütün kızları gibi, Fehime de bir çift gözden ibaretti. Doğunca açılan, ölünce kapanan bir çift göz. Ne ağzı bir işe yarayacaktı, ne de ses telleri.
sf. 39

* Doğru söylüyordu. En azından doğru söylediğini düşünüyordu. Çünkü dünyanın en çabuk geçen, geçer geçmez de en hızlı yakalanılan hastalığına sahipti: Umut.
   Birlikte ağladılar ve işe yaradı. Derdâ ikinci kaseyi duvara fırlatmadı ve çorbasını içti. .ekmek bile yedi. Mübarek haklıydı. Kız alışmıştı. Dünya üzerinde, öleceğini bildiği halde hayatta kalan bütün insanlar gibi...
sf. 41

* Bir kaç adım sonra ağzını kapadı, çünkü o güne kadar dünya üzerinde yaşamış ve yaşamakta olan her insandan ne kadar nefret ettiğini hatırladı. Çevresi onlarla doluydu. Kuşatılmıştı. İnsanlarla. Yanından geçip giden insanlarla. Önlerine çıktığı için hızlı adımlarla etrafından geçtikleri siyahlar içindeki kızı görmeyen ve acelesi olan insanlarla. Nasıl anlamıyorlar, diye düşündü Derdâ. Yanlarından geçiyorum. Buradayım, aralarında. Ama hiç birinin umurunda değilim. Görmüyorlar bile beni. Hepsi de kör olmuş. Ya da bu çarşaf, görünmezlik kumaşından...
sf. 55

*  Rahime'nin yüzünde daima bir gülümseme olurdu. Yüzü, gülümsediği bir anda tutkallanmış gibiydi. Gülümseyerek hareket eder, gülümseyerek yemek yer, gülümseyerek namaz kılardı.
sf. 66

* Filmin bundan sonrasında Yatırca doğumlu Derdâ'yla Londra doğumlu Stanley konuşmadılar ve sadece bağırdılar. Biri korkutmak için, diğeri korktuğu için. Doğu'yla Batı arasında ne oluyorsa, Derdâ'yla Stanley'in arasında da o oldu: Tehdit ve teklif. Ceza ve ödül. Umursamazlık ve şiddet. Sadizm ve mazoşizm.
sf. 99

* Derdâ, eroinin deneme sürüşü dönemini yaşıyor ve önündeki kitaplardan okuduğu bütün dilbilgisi kurallarını aklında tutabiliyordu. Ancak eroinin deneme sürüşü biraz farklıydı. Bütün markalarda arabayı deneyip sonra da satın almadan kenara çekip inebilmek mümkündü. Ama eroin marka bir arabanın deneme sürüşü, ancak bir kazayla sonlanabiliyor ve içindeki hala hayattaysa bir de o hurdayı satın alması gerekiyordu. Yani hayatta kalmanın bedelini ödemesi.
sf. 125

* İnsanüstü demek, insanın üstündeki demekti. Yani hava. Dolayısıyla refakatçilerin de en az hava kadar, kollarına girdikleri bağımlıları yargılamamaları ve o hava kadar yanlarında olmaları şarttı.
sf. 162

* Tabii hiç biri orada olmazdı (Rehabilitasyon Merkezinde) eğer 1874 yılında C.R.Alder Wright adlı kimyager, ağrı kesici bir ilacın peşinde koşarken morfine karıştırdığı çeşitli asitlerle eroini icat etmeseydi.
sf. 171

* Ve herkes görünene aldanmaya hazırdı. Çünkü görünene aldanmak, hayatı dayanılır kılmanın şartıydı...
sf. 173

* Ağlamaktan gülmeye geçiş hızında rekortmen bir coğrafyanın tohumu olarak, nefretten acımaya da bir saniyenin altında yolculuk etmişti.
sf. 195

* O günden sonra Derda, Hücre hücre öldü ve gün gün yaşlandı. Çünkü derdi, korkuyu beklemekti. Ve korkuyu beklemek, korkudan beterdi. Bir zamanlar birinin yazdığı gibi...
sf. 222

* Abdullah'ın gizli bir geveze olduğunu anladı. Bütün gizli gevezeler gibi yanında sadece bir kişi varken konuşanlardandı. Kalabalık bir kahvehane masasının etrafında derin derin susarken, herkes kalktıktan sonra geriye kalan son adamın iki kulağını delecek kadar konuşurdu.
sf. 235

* Herkesin öyle bir hikayesi yok muydu? Başlayıp da bitiremediği. Çünkü kimsenin dinlemediği... İçine atmak, diye bir şey varken, anlatmaya ne gerek vardı? İçine atıp şifonu çekmek varken. Alkolle dolu bir sifonu...
sf. 285

* Görmekten bıktığı bir yüzü görebilecek kadar sarhoş olmaya gelmişti.
sf. 285

* Eğer nereye gittiğini bilmeden yürümek ilerlemekse...
sf. 285

* Anne'in aklında sadece ölmek varmış. İntihar etmek. Herhangi bir nedeni olduğundan değil. Bütün hayatı bir neden olduğundan. Yaşadığı her şey yüzünden. Bazı insanlar böyledir. Diğerlerine göre çok daha kırılgan olurlar. Ölümü sırtlarında bir çanta gibi taşıyıp yorulduklarında önce onu açarlar.
sf. 346

* O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum... Az...
   Sen de fark ettin mi? Az, dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arsında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi...
   Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorum demek, seni kendimden çok biliyorum, demektir. Bilmesem de, öğrenmek için her şeyi yaparım, demektir. Belki de az, her şey demektir. Ve belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir...
sf.